Hayata Dair

Emine, Samut ve Arap İzzet’ten Deli Gaffar’a Selam Olsun

Emine, Samut ve Arap İzzet’ten Deli Gaffar’a Selam Olsun

Emine, Samut ve Arap İzzet’ten Deli Gaffar’a Selam Olsun

“Bir zamanlar Anadolu dendi mi; mahallesi delisiz bir yöre düşünülemezdi” diyor Hrant Dink, “Deli Gaffar”ı anlattığı “Mahallenin Delisi” adlı yazısında.

Çocukluğumuzu aynı zamanlarda yaşadığımızdan mı ne? O yazıyı ilk dinleyişimde(1) çocukluğuma denk gelen süreçte Deli Gaffar gibi renkli insanlar olduğunu hatırlayıp, uzaklara, sonraki dinleyişlerimde de uzak yakınlara gittim.

Emine

Mesela; “Deli Emine”yi hatırladım. Uzun boylu, kat kat hırpani giyimli, yaz-kış çorapsız ayaklarına  lastik mes giyen, kirden yapağılaşmış saçlarını güya örten tülbenti, beline bağladığı büyük cepli önlüğüyle gündüz işlek saatlerde çarşı içinde, sonraları  sokak aralarında rastlanan, yaşsız birisiydi o. Koca Cami’de ya da Yeni Cami’de bir cenaze olduğunda elinde toprak bir testiyle peydahlanıverirdi. Cemaatin ardında yürürdü ama; mezarlığa gidip testideki suyla mezarı sular mıydı  bilemeyeceğim.

Kendisine verilen paraları bez mendiline düğümleyip, koynunda saklardı. Çarşı esnafı –özellikle manavlar bölgesindekiler- onun karnını doyurur, karşılığında da eğlenirdi. Nasıl mı? Emine kendisiyle alay edenlere belli bir noktadan sonra kızar ve yakası açılmadık sözlerle karşısındakilere küfrederdi. Çoğu kez -kimin başlattığı bilinmez- esnafın bu takışmasına taşla da tepki verirdi.

Biz çocuklar Emine’den korkmazdık. Onu kızdırmaz, taşlamazsak bize sözle, taşla saldırmayacağını bilirdik. Ama başkaları onunla alay ederken, onları engeller miydik? Hayır.  Onun canını yakar mıydık? Hayır. Eğlenceyi kaçırır mıydık? Elbette hayır.

Samut

“Samut”umuz(2) vardı bir de. Kısa boylu, saçsız, top gibi yuvarlak kafalı, genellikle suskun, gerektiğinde eli, kolu, ayaklarıyla ya da içinin en derininden gelen böğürtülerle konuşan, düşen pantolonunu toplayamayan, sokak ortasında çişini yapan biriydi o.

Hem işitme engelli hem de davranış bozukluğu olduğundan ona “deli” diyenler de vardı. Yaşı belli değildi. Sevdiği insanların karnını kafasıyla gıdıkladığımı hatırlıyorum. O kişinin ürperdiğini anlamazdı bile.

İnsanlar -hele ki çocuklar- izin vermiyordu çoğu kez; sessiz dünyasında kalmasına. “Fareli Köyün Kavalcısı” gibi geçtiği yerdeki çocukları peşine toplardı. Önde o, ardında her yaştan çocuk yürürdü sokaklarda. Nihayetinde önlenemeyen -belki de beklenen- an gelirdi: Çocuklardan biri ona taş atardı ve…

Cepleri taşla dolu olduğundan, hemen ardı ardına yanıt verdiğinden, çocuklar çığlık çığlığa bu kez tersi yöne koşardı. Öyle ya o Samut’tu ve ne yapsa yeriydi.

Cevat

Bir de “Deli Cevat” vardı. Onun koşması kalmış aklımda. Aksayan sağ ayağıyla yalpalayarak koşmasını “ön tekerleği patlamış araba”ya benzetirdi komşumuzun oğlu “Aliksan”. Kendine kötü davrananlara karşı küfür dolu bir ağzı ve taş dolu bez heybesi vardı.

İzzet

Biz  “Çocuklar kahve içmez. İçerse ‘Arap İzzet’ gibi olur.” teranesiyle büyüdük. Aklım erene kadar babamın içtiği sade kahvenin fincanda kalıp kuruyan telvesini mutfakta gizlice parmağımla sıyırarak yerken “Ya Arap İzzet’e benzersem” diye hafiften ürperirdim.

Arap İzzet kim mi? Akli dengesi yerinde olmayan, saf, kalın dudaklı bembeyaz dişli, pazulu kolları olan siyah, dev gibi bir adam olduğu söylenirdi. Ben onu, çocukluğumun en güzel, en gerçekçi masal kahramanı “Gulliver”a, sayesinde normal-anormal-görecelilik kavramlarını öğrendiğim “Gulliver”a, benzetirdim hayallerimde. İkisini de hiç görmemiştim; birini kitaptaki çizgi resimlerden, diğerini anlatılanlardan tanıyordum.

“Dip kahve” denilen kahvehanedeki büyük “dibek”te (3) elindeki “demirel”le (4) saatlerce hiç bıkmadan, yorulmadan kahve öğütürmüş. Bazı annelerin yaramazlık yapan  çocuklarını: “Seni Arap İzzet’e verir, dibekte kahve gibi öğüttürürüm; ona göre…” diyerek korkuttuğunu bilirdik.

Yaşlı annesine çocuk gibi bakan, onun için her gün yayan olarak omzunda büyük bir testiyle yedi-sekiz kilometre uzaklıktaki Sazlıköy’e gidip, oradaki çeşmeden iyi su getirdiği de anlatılan bu vefalı, üretken ve güzel insanın ölüp gittikten sonra bile her nesilden çocuğa “öcü” olarak tanıtılması akıllara ziyan bir şey.

O kadar ki… Bir gün biz kahve içerken küçücük kızlarım “Biz de, ben de” deyince kendimi “Çocuklar kahve içmez. İçerse ‘Arap İzzet’ gibi olur “ derken yakalamıştım.

Nereden nereye? Malatya’nın Deli Gaffar’ından, Söke’nin Deli Emine’sine, Samut’una, Deli Cevat’ına, Arap İzzet’ine geldik.

Mahallemizden öteye, şimdiki zamanlara  geçemediysek de. (ŞD/TK)

*Şadiye Dönümcü. Sosyal Hizmet Uzmanı.

(1)Hadig’in ürettiği “tililili” projesi kapsamındaki “Sesli Dink Yazıları”ndan Okan Bayülgen’in seslendirdiği “Mahallenin Delisi” adlı yazıda yazar çocukluğunun Malatya’sındaki Deli Gaffar’ı anlatıp konuyu, kendi akıllı deliliklerine, üzerlerindeki elbiseyi yırtıp parçalayıp, masum çıplaklıklarını koruduklarına, ‘Gaffarlaşma’larına bağlar.

(2) Eski Türkçe’de “Susan, Suskun”, Halk Ağzında: Dere Otu / Semiz otu, Malatya Yöresinde bir salata adı.

(3) İçi oyuk, iri taş / Taş havan.

(4) Havanda / sokuda / dibekte  dövmeyi sağlayan demir tokmak.

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın