Rengahenk Yaşlılar

Güleser Abla: Hayatının En Güzel Yaşlarındaki Kadın

Güleser Abla: Hayatının En Güzel Yaşlarındaki Kadın

Bir bak, çevrendeki senden on-on beş yaş büyük olan kadınlara. Ne kadar mutlular! Çoğu ya boşa(n)mış ya da kaybetmiş eşini. Torun-sepet sahibi olanlar da evlenmeyip çoluk-çocuk sahibi olmayanlar da mutlu. Hastalıklar peşini bırakmasa da; onlar yalnız olmanın, başına buyruk olmanın verdiği tatla, ufak tefek rahatsızlıklarına bile aldırmıyorlar.

Hastanelerin bekleme koltuklarında, parklardaki banklarda oturan benim akranlarımla biraz sohbet ettiğinde anlarsın –her şeye rağmen– mutlu olma nedenlerini.

Karışan görüşenleri yok! “Git, gitme” diyenleri yok. Üç kuruş da olsa,  kendilerinden ya da eşlerinden –ballı olanlar her ikisinden de– emekli aylığı alıyorlar kapı gibi; keyiflerince harcıyorlar.

Benden misal bil! Markete gittiğimde canımın istediğini atıyorum sepete; iki muz, üç kalem pirzola, yarım kilo kereviz, çikolata. Canım isterse yemek pişiriyorum, değilse bazen dışarıda simit-peynir yiyorum ya da Kebap 49’a gidiyorum.

Artık yorulmamak için kabul günleri bile yapmaz olduk. Pastanelerin, kafelerin “mutlu saat”lerinde buluşuyoruz arkadaşlarla. Açık büfe, bol çeşit. İsteyen muzur şeyler yiyor, isteyen diyetine uygun olanları.

Hayatın her alanında özgürüz. Hele ki giysilerimizde. Bak bana; soket çorap, balıkçı pantolon, göğsü açık penye, salaş gömlek, spor ayakkabı, imitasyon takılar, keten şapka-çanta ve sandre saçlar…

Son beş yıla kadar –emeklilik sonrası bile– döpiyes, ipek bluzlar, ince çorap, topuklu ayakkabı giyiyordum. Şimdi ne gerek varmış kendimi böyle sınırlamaya diyorum.

Kuaför faslımdan, manikür-pedikür-boya-fönden vazgeçmedim sadece. Eskisi kadar sık gitmesem de, bakımlı olmak hoşuma gidiyor.

Hayatımda hiç yapmadığım, yapmayı düşünmediğim şeyleri yapar oldum son yıllarda. Ortaokuldaki resim öğretmenim “Güleser, sakın resim yapmayı bırakma. Yanında hep kağıt-kalem bulunsun!” derdi. Dinlememiştim sözünü. Her şeyin bir zamanı varmış.

Biliyorsun beş yıldır kara kalem çalışıyorum. Desen defterlerim dolup taşıyor. Bak çantamda küçük bir resim defterim var. Sabahları yürüyüş sonrası kahve içmeğe Kuğulu Park’a geldiğimde, canım isterse çıkarıp çantamdan, çiziyorum.

Bütün zamanlarım bana ait; ister geç yatıyorum, ister erken. Temizlik? Her gün yapmıyorum tabii. Zaten dağıtan-kirleten de yok. Bir gün toz alıyorum, ertesi süpürüyorum sonraki gün de siliyorum. Hesap verecek insanım mı var?

Çamaşır makinesini bile yarım ayarda çalıştırıyorum. İnan olsun; artık giysilerimi bile ütü istemezlerden seçiyorum.

“Gönenç yenilemek” diyorlar ya şimdilerde. Evde fazlalık ne varsa attım. Giysi-tabak, çanak, biblo. Gerekmedikçe de yenisini almıyorum. Tencerelerimi bile küçülttüm. Oğlumun oyuncaklarını, kitaplarını ve bazı giysilerini saklıyordum. İki yıl önce “İstiyorsan kendin sakla” deyip verdim ona. Az iş, az enerji, çok keyif düsturunu edindim, biraz  geç olsa da.

Seneye Türk Sanat Müziği korosuna gitmek istiyorum.  Sesim güzel değil ama koroda kalabalığın arasında kaynar nasılsa. Bağıra çağıra şarkı söylemek istiyorum.

Anlayacağın tekaütüm ama bu, hayattan tekaüt anlamına gelmiyor.

Lise arkadaşlarımla, eski apartman komşularımla, işyeri arkadaşlarımla buluşuyorum sıkça. Hepsi o kadar neşeli ve keyifli ki. Çoğu benim gibi dul. Hiç biri eski kölelik günlerini özlemiyor gibi. Kaynana-koca-çocuk-iş derken hepsi zamanında yorgun savaşçı olmuş ya.  Şimdi hepsi kendine dönmüş vaziyette.

İçimizde evli olanlar benim durumumdakilere özeniyor, nadiren bizde onlara. Mesela; bizim apartmanın ‘merkezi ısınma’dan kombiye dönüşü aşamasında valla kafayı yiyecektim. Bürokratik işlemler, ustalar, pislik diz boyu. Evde bunlarla uğraşacak biri olaydı fena mı olurdu?

Akranlarımdan çalışanlar da var, torun bakanlar da… Hastalıklarla cebelleşenler de  var, hayatı yakalama mücadelesi verenler de… Ancak hepsinin ortak yönü; bugüne değin verdiklerinin karşılığını şimdilerde tahsil etmeye kalkışmaları. Umutsuz vak’a olduğunu bilseler de.

İçimizde yaşama olasılığı olan sürenin azalması kaynaklı panik yaşayanlar da var, benim gibi yorularak, yıpranarak elde ettiklerinin tadını şimdilerde çıkartma telaşında olanlar da var.

İnsan bu yaşlara geldiğinde anlıyor, hayatın bu kadar ciddiye alınmaması gerektiğini. Mesela… Ben her şeyi sükûnetle karşılar oldum. Hayatın içinde beni şaşırt(a)n şeyler o kadar azaldı ki…

Biliyorsun; Ahmet Ağabeyin –rahmet istedi benden– gezmeyi sevmezdi hiç. Yılda bir, bizim kurumun kampına giderdik sadece.  İşte şimdi o günlerin acısını çıkarıyorum. Geziyorum bolca. Müyesser’i tanıyorsun ya… 40 yıllık arkadaşımdır benim. Kafamız denktir onunla. Hafta sonu turlarına katılıyoruz birlikte. Geçen hafta Maşukiye-Sapanca turuna gittik. 19 Mayıs’ta da Yunan Adaları’na gideceğiz birlikte.

Bizim konumumuzda o kadar çok kadın var ki bu turlara katılan. Eskiden kocasız kadınların böyle şeyler yapması mümkün müydü? Ayıplanırdı. Şimdi özgürlük var. Bir görsen turlardaki kadınları. Pür neşe, pür keyif hepsi. Gecikmiş keşifler, inan olsun daha tatlı oluyor.

Üzerimdeki “el’alem ne der?” baskısını azalttım epeyce. Oğlum ve gelinim bu konuda en büyük desteğim; “Canın ne istiyorsa yap, anne. Para-pul düşünme!” diyorlar. Eee, valla dinliyorum sözlerini. Çok şükür; tüm ihtiyaçlarımı rahatlıkla giderebiliyorum, kara günler için de birikimim var. Ele-güne muhtaç değilim.

Bu yaşlarda en zor şey; hayal kurmak. Hiç yapılmaması gerekenler de kendi yaşantını başkalarıyla karşılaştırmak. Yapılması gereken ise seni mutsuz eden insanlarla birlikte olmamak.

Eskiden saçma-sapan şeyleri dert edip, enerjimi boşa tüketirmişim. Ne kadar yanlış! Başkalarını değiştirmek için verdiğim uğraş da öyle…  Doğru olan; herkesin istediğini yapması. Yaş, hoşgörü getiriyor insana. En azından bana getirdi.

Hayat öğrenmekten ibarettir” derdi benim rahmetli. Bak, bu yaşta internet kullanmayı öğrendim. Oğlumla her gün sohbet ediyoruz. “Ne yedin? Paran var mı?” diye soruyor habire.

Kendimi kötü hissettiğimde sokağa çıkıyorum hemencecik. Akşam hava kararırken içim daraldığında, kendimi oyalayarak bastırıyorum.

Kış gecelerinde dizi izlerken örgü örüyorum. Bizim kızların hepsine diz üstü battaniyesi ördüm bu yıl, rengârenk iplerle. Oğlumun gönderdiği iri delikli kanaviçe panoları işliyorum bu ara. Papatyalar, gelincikler, kedicikler.

İşte böyle kuzum. Bana “60’lı yaşlar insanın en güzel yaşları” diyen olmamıştı. İnan olsun –çok önemli bir sağlık sorununuz yoksa eğer– en güzel yaşlar bu yaşlar… Elbette kıymetini bilirsen.(SP/BB)

* Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı.

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın