Kültür Sanat

Kuşadalı Yerel ‘Vakanüvîs’ler

Kuşadalı Yerel ‘Vakanüvîs’ler

Kuşadalı Yerel ‘Vakanüvîs’ler

Rutinden çıkıp hayata kaçtığım Kuşadası’ndaki bir kafede oturacağım masada buldum “Kuşadası Yerel Tarih Dergi”sinin 50. ve “Tuğrul Kutucu Anısına” özel sayısını.

Güzel insanlar gidince bir şehir yalnızlaşır mı? Öksüzleşir mi?” diye soruyor Kutucu hakkında yazan dostlarından biri. Dergideki 20’ye yakın yazıyla yerel bir insanı tanıdım.

1929 doğumlu Kutucu. 5 kuşak geriye Kuşadalı. Öğrenim dönemi iki harp ar(k)asına denk geliyor. Leyli meccani okuduğu İnşaat Enstitüsü’nü terk edip Ada’ya dönünce “deri imalatı” işine girip çırak, kalfalık sonrası “debbağ” yani deri işleme ustası, zanaatkârı oluyor. Dericiler (Tabaklar) Derneği dahil gönüllü kuruluşlarda üyelik, belediye meclisinde azalık yapıyor.

Yerel çevre mücadelecisi ve Kuşadalı son debbağ  “karatabak” Kutucu’nun liman yapım sürecinde tabakhanesi istimlak edilince işsiz kalıyor. Yıllar sonra o tabakhaneler restore edilip turizme kazandırılınca da mutlu oluyor. Büyük dedesinin şartlı bağışladığı binanın müze olması için diğer varisleri ikna ederek İbramaki Müzesi’ni Ada’ya kazandırıyor. Diyanet İşleri takviminin 3 Nisan yaprağının “Tarihte Bugün” bölümüne 1954-Dumlupınar denizaltısı faciasının yazılması gerektiğini düşünüyor, uğraşıyor ama başaramıyor (!). Ada Sohbet Grubunun çalışmalarını destekliyor her daim. Mesleki onur ödülleri alıyor. 2013 Mayıs’ında yıldızlara karışıyor.

Getirdiğini içmeyip soğuttuğumu gören garson, tazelediği kahvemin yanındalokum değil; derginin ellerinde kalan eski sayılarını getirmişti.

* * *

Yaşadığı mekana, mahalleye, kente, coğrafyaya duyarlılığı olan güzel insanlar sayesinde ülkemizde yerel tarihe –giderek daha fazla– sahip çıkılıyor artık. Gönüllü kuruluş ya da topluluklar veya birbirinden bağımsız insanlar yerel düzeyde bir sinemayı, parkı, gar binası gibi mekânları ya da sair bir yaşama alanını korumaya çalışarak sadece tarihe sahip çıkmıyor, yaşayarak tarih yazıyorlar. Yerel kişiler de bu sivil tarihin içinde yer alıyor.

Tarih artık sadece devlet görevlisi vakanüvîsler ya da akademisyen tarihçilerce değil sivil “vakanüvîs”lerce de yazılıyor. Sanal alem bu anlamda sonsuz olanak sağlıyor. Gönüllü kuruluşlar ve belediyelerin de katkısı manidar düzeyde elbet.

Yıllar önce, Bursa Kent Müzesi’nde şehrin ‘deli’si “Çantalı Ayten”in balmumu heykelini gördüğümde “İşte budur;koruma, kaydetme, saklama, aktarma budur” demiştim içimden.

Gittiğim yörelerde sadece keyfetmeyi değil keşfetmeyi de seviyorum. Yerel tarihi mühimseyen, toplumsal sorumluluğu olan, duyarlı ve güzel insanlardan oluşan “Kuşadası Yerel Tarih Araştırmaları Grubu (KUYETA) tarafından çıkartılan Kuşadası Yerel Tarih Dergisi; belediye, odalar, A.Menderes Üniversitesi, çevre-kültür turizm vb. dernekleri, esnaf, eşraftan aile ve kişilerce destekleniyor. Altı yıldır ayda bir yayımlanan derginin elimdeki son sayının kapak konusu: Poseidon ve Kuşadası’nın Heykelleri.

Yerel insan Debbağ Tuğrul Kutucu haricinde Kuşadalı İbrahim Halveti’yle; Aydın Kuvva-yı Milliye Hareketi’ndeki zeybeklerle; Kuşadası mahalle muhtarlarıyla tanıştım.

Kuşadası’nı gezginlerin gözüyle gördüm; oradaki tarihi toplarda, Aya Yorgi Katedrali’nde, Alt kale kapısının çevresinde ve eski postanede gezindim. Kuşadası’nın bombalanmasına,  ‘velospid’le tanışmasına ve festivallerine ilişkin öyküler okudum.

Yerel tarihe ilişkin birçok güzel yazı ve görselin olduğu dergilerde en çok “40 yıl önce Kuşadası”  bölümlerini sevdim. Tarihi yapıların onarımı ve yenilenmesi de yerel yönetim kadar KUYETA’nın dolayısıyla derginin de ilgi alanında.

Ahhh nerde eski Kuşadası” demeyeceğim hiç bu yazıda. Yeşilin eser, betonun istiap haddini çok aştığı bir kent orası artık. Bu anlamda çok zor; KUYETA’cıların işi. Bir anlamda da çok ulvi; tüm çaba ve çalışmaları.

***

Dün akşam uyku tutmayınca elimdeki Kuşadası Yerel Tarih dergilerinin sayfaları arasında gezinirken karşıma çıkan sapaktan kendi kişisel tarihime daldım.

Tam 50 yıl önce 4-5 yaşlarındayken bol virajlı Söke-Kuşadası yolunu minibüste içim kalka kalka ve sonra da şapkama boşalta boşalta gidişimi ve gün boyu kendime gelemeyişimi; ilkokula başlayacağım yaz Yavansu dolaylarında bir yandan ağzımdaki 5-6 adet çikleti çiğneyip bir yandan da adeta balık olan arkadaşımla yüzme yarışına girdiğimi ve sonrasında boğulmak üzere iken konuğu olduğumuz ailenin büyük oğlu tarafından kurtarıldığımı; dayımların Kadınlar Plajı’ndaki evinin terasında yediğimiz yemekleri; kuzenimin küçülen mayolarını üzerimize uydurmak için iğne-iplikle cebelleşen annemi; deniz dönüşü bahçede hortumla duş alışımızı; sınırlı harçlığımızla, akşamüzerleri Lokmacı Haydar’dan aldığımız lokmadan foşşş diye üstümüze, kollarımıza fışkıran şurubu temizlemeyi beceremeyişimi hatırladım.

Akşamları sahilde ateş yakıp şarkı söyleyen yaşça büyük kuzenlerimin yanına annem ve yengem tarafından biraz da ajan amaçlı zorla dahil edilişimi; orta 3’teyken, Ortaklar Öğretmen Okulu’ndaki yatılı arkadaşlarımla haftasonu Ada’ya uzayıp 19 Mayıs’ta giydiğimiz jimnastik mayolarıyla denize girişimizi; Davutlar’da H. Avni’nin bahçesinden topladığımız çocuk kafası büyüklüğündeki şeftalileri yememizi; Karakaşlar’ın çiftliğindeki havuzda gülüş ahenk oynayışımızı; Kalamaki’nin git git derinleşmeyen denizinde çoluk çocuk Türk filmi çekerken Hülya Koçyiğit olup el ve ayaklarımızı savura savura Tarık Akan’a koşarak ‘Ferit, Feriiit’ diye bağırışımızı; Güzelçamlı’da denizden çıktıktan sonra illaki kuru köfte, katı yumurta, börek ve patlıcan-biber kızartmasına adeta saldırışımızı hatırladım gülümseyerek.

Adaya gittiğimizde, lokantada yemek yeme kültürümüz henüz oluşmadığından garsondan utana sıkıla bir şey isteyebildiğimi; o yıllarda sadece Ada’ya özel ‘koz helva arası dondurma tostu’nu yememizi; limanda gördüğüm gemilere binip uzak diyarlara gitmeyi hayal edişimi; turistlere özenip onlar gibi ‘fan fin fonca’ konuşmaya çabalayışımı; annem ve komşularımızın aile bütçesine katkı için, şile bezinden dikilme göyneklerin yaka ve etek kenarlarını metre hesabı oyalarken, yani turist işi yaparken tığla battı-çıktı yapmayı öğrendiğimi; Gıranta Mezarlığı’nda yatan yakınlarımızı ziyaret edişimizi; bir yaz günü askeri pilot olan arkadaşımı Davutlar semalarında geçirdiği helikopter kazası sonucu kaybedişimi; Ada’ya özgü rengarenk deri yamalardan mürekkep ilk sırt çantamı; akşamları Küçükada’ya, çiğdem çitleyerek yürüdüğümüzü hatırladım garip bir hüzünle.

Sonraları; minicik kızlarımın, Güzelçamlı semalarındaki ‘ay’ı görünce ‘vay, vay dede deedee’ diye bağırışlarını; denizle ilk kez Davutlar sahilinde ciyak ciyak bağırarak tanışmalarını; ilkokula başlayacakları yılın yazında ablamın yazlığında döner bıçaklı bir saldırıdan tesadüf kurtulmalarının şokundayken karakolda sabahlayışımızı; kızlarımla üniversite sınavına girişlerinin ertesinde Soğucak yönünde arabayla küçük fakat korkutucu kaza geçirişimizi de hatırladım; belleğimi zorlayarak.

***

Kuşadası yerel tarihinden Şado’nun kişisel tarihine saptığımız bu yazıyı “bol keşifli ve bol keyifli bir hayat olsun hepimize” dileğiyle bitirmenin zamanıdır; değilse yüreğimin kilerindeki başka şeyler de çıkacak ortaya. (ŞD/YY)

*Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı.

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın