Rengahenk Yaşlılar

Seyre Daldım Goncayı Handanıma Bir Ömür Bitti

Seyre Daldım Goncayı Handanıma Bir Ömür Bitti

Seyre Daldım Goncayı Handanıma Bir Ömür Bitti

“Gencecik yaşta, hayattan emekli olanları hiç anlamam. 85 yaşındayım, hala koşuşturuyorum, çalışıyorum. En büyük ibadet: çalışmak” derken gözleri parlıyor, elleriyle de hamur açıyordu.

Kızı ve damadının işlettiği çiğ börekçi dükkanında karşılaştık, uzun yıllar sonra. Arkadaşım Neşe’nin dayısının eşiydi. Lise yıllarımda hafta sonları Ortaklar’dan İzmir’e kaçtığımızda bizi konuk eder, güzelim yemeklerini yatılı okul oburluğuyla yerdik. Tavşan etinden yaptığı güvecin tadını hala unutmadığımı söyleyince, gülümsedi. Mantarlı, pastırmalı, kıymalı çiğ böreklerinden her birini tatmamız için ısrar etmesine izin vermedik.

Oku oku bitmeyen bir roman

Balıkçı pantolonlu, apartman topuk terlikli, gül desenli gömlekli, afilli bağlanmış eşarplı, kiraz küpeli, yüzünde kırışık olmayan ruhu genç kadın laf arasında “Benim de hayatım roman… Oku oku bitmez” deyince okumayıp dinledik onu. Not almamı kolaylaştırmak için tane tane konuştu.

“Babam Girit maciri. Annem babamdan 20 yaş küçüktü. Dayı kızı-hala oğlu; iki kuzen evlenmiş. Ben ablamla erkek kardeşimin ortancasıyım. 12 sene sürdü evlilikleri. Hep kavga vardı evimizde. Babam annemin arkadaşlarından hoşnut değildi. Annem mutsuzdu; farkındaydık. Hoyrat davranırdı bize. İlkokul ikide okuyorum. Ödevim için bahçede yağlı çamurdan kalıp çıkarırken, üzerim çamur oldu diye beni ağzımdan burnumdan kan gelene kadar dövdü. Akşam olunca babamı bekledim kapıda; kurumuş kan lekeleriyle. Babam ‘Ele gelmiş çocuk dövülür mü hiç‘ diyerek üzerine yürüdü. Annem üstü başı kan içinde terk etti evi. Boşandılar.

Ütüsüz önlük, kolasız yaka

Babam hemen evlenmedi ama her fırsatta annemi kötülerdi bize. Her işimizi ablam yapardı. Okula ütülü önlükle, kolalı yakayla gitmedim hiç. Ablam o çok ağır kömürlü ütüyü kaldıramazdı; küçücük haliyle, çelimsiz kollarıyla. Kardeşimi okula yazdırırken okul müdürüne ‘Annem öldü‘ demiştim; ‘Niye sen geldin, kayıt için?” diye sorduğunda.

İlkokul 5’teyim, 11 yaşında. Okulun bahçesinde gördüm annemi kaç yıl sonra. Tanıdım hemen. Kırtasiyeciden defter-kalem, bakkaldan şeker aldı bana. Kardeşimi bulup getirdim. ‘Bak bu kadın annemiz!’  deyince, Hüseyin’in ‘Ölmüştü hani annemiz?” dediğini unutamam hiç. Evlenip iki çocuk doğurmuş. Gizlice buluşmayı sürdürdük onunla.

Babam beş sene sonra evlendi; hemşerisi dul bir kadınla. Genç kadından ağzı yanan babam, bu kez kendinden çok büyük birini seçmişti. Analığım oğluyla gelince etraf babamı ayıpladı: ‘Ele gelmiş kızların var. O oğlanın ne işi var evinde’ diyerek.

Koruk suyu, sarımsak ve barut tozu

Analığa yaranamadık hiç. Dayak gırla evde. Saçımı başımı yoldu bir gün; tepem açıldı resmen. Babamın koruk suyu, sarımsak ve barut tozundan yaptığı merhem sayesinde saç çıktı kafamda.  Aklı başı erdiğinden ablamı sevmezdi hiç. Oğlu 28 yaşında. Dedikodular ayyuka çıkınca babam 16 yaşındaki ablamı, üvey oğluyla evlendirdi. Geçimleri olmadı hiç. Sonraları adam ‘Almancı’ zengin bir kadına tutulunca, boşanıverdiler.

Hayat üniversitesinin ordinaryüs profesörü Melek –diğer adıyla Miletuş– anlattıkça açıldı,  dağınık gitse de.

“12 yaşında analığımın şerrinden kaçmak için, yemiş mağazasında çalışmağa başladım. İşçilere ellerini yıkaması için kovayla su taşırdım. 14 yaşında sütkardeşim sayesinde tütün fabrikasında işe girdim. Tütün ayıklayıp kalburlar, kazandığımı da babama verirdim. Serpilip güzelleştim bu arada.

Kalbe dolan o ilk bakış

Arkadaşlarımla Pınarbaşı’na pikniğe gittik. Dönüşte tuttuğumuz taksinin şoförü yol boyu beni aynadan dikizledi. ‘Kalbe dolan o ilk bakış’ meseli. Günlerce bizim sokakta gezindi adam, arabasıyla. Kemeraltı’na manikür-pediküre giderken karşılaşınca, arabasına aldı beni. Buluşmalarımız sürdü, gizli saklı. ‘Yarın Kadifekale’deki gazinoya gidelim‘ deyince ‘Gelirim ama kardeşimle‘ dedim. Gittik. Masayı donattı. Kendine rakı, bana bira söyleyince kardeşim ‘Babama söylerim’ diye tehdit etti. Korktum. Ablama açıldım: ‘Kısmetse olur deli kız!‘ Kaçarsın olur, biter’ deyince rahatladım.

Kemal ‘Yarın Güzelyalı’ya, Madam’ın böreğini yemeğe gidelim.’ deyince kandım ona. Ablama dikiş-nakış yapmak için anneme gideceğimi söyledim. Buluştuğumuzda ‘Bu gece arabada kalıp, sabahlayalım‘ demesine olmazlandım. Geceleyin Halil Rıfat’ta oturan nenesinin evine gittik. Nenesi ‘Sen benimle yatcan’ deyip, duruma el koydu. Babam kızgın. Çeyiz filan hak getire. 15 gün sonra nikah olduk. Bana nikahlık kürk manto diktirmişti. Babam ‘Kürkü hayvanlar giyer. Senin gibiler kürk giymez’ deyince astraganla değiştirdik. Gelinlik de yapıldı, düğün için. 7-8 sene kaynanamla oturup, sonra Hatay’da ayrı ev açtık.”

Her gece barda, gönlü hovarda

Melituş anlatırken arada bir susup önündeki gazeteyi eline alıp yelpaze gibi kullanıyordu. “Evlendik ama, adam hovarda. Hep başka kadınlarla paylaştım onu. Sabaha karşı gelirdi eve. Geceleri yalnızlığıma ağlardım. Oturduğumuz mahalle ıssız, metruktu; korkardım. Güzelliğim kocamı yanımda tutmaya yetmiyordu. Adana’ya araba almağa giderdi, sık sık. Dönüşte bilezik, elbiselik getirirdi; suçluluk duygusuyla. Kumarda kaybettiğinde kolumdaki bilezikleri ister, sonra fazlasıyla geri koyardı. Kavga ettiğimiz günün sabahında 2.5 yerine 5 lira bırakırdı. Çocuklar ‘Babamla çok kavga et, çok para bıraksın’ derdi.

Kaynanam bana kıyamaz, oğlunun canına okurdu. Bir gün kadının biri evin önünde ‘Çıkartcam seni bu evden! Ben yerleşcem oraya’ diye bağırıp çağırınca kaynanam ‘Sen demirbaşsın. Gitme sakın’ dedi. Nereye gitcem; bir evde üvey ana, diğerinde üvey baba.

Kocamın araba galerisi vardı. Para gani. Zevk-sefa düşkünüydü. Her şeyin alasını yedirir içirirdi ailesine. Sinema, tiyatro, fuar, gazino, deniz… PX’den giydirirdi beni, kızlarını. Ukdesiz yaşadık sayesinde. Kimselerde yokken 1960 yılında, 280 Liraya, İzmir’in sıcağında soğuk su içelim diye buzdolabı almıştı.”

“Anne, o kadını da anlattın mı?”

Kızı hazırladığı koruk şurubunu masaya koyarken “Anne, o kadını da anlattın mı?” deyince verdiği “Hangisi?” yanıtına başta o, hepimiz güldük. Anlattı.

Melituş, fotoğraf tabettirmeğe gittiği fotoğrafçıda etrafı karıştıran üç yaşındaki küçük kızına ‘Bittüşen gel buraya’” diye seslenince, dükkanda foto çektirme sırası bekleyen bir kadın müşteri  “Sen Kemal’in kızı mısın? Çok benziyon babana” deyip, bizimkine dönüyor: “Ben senin kocandan iki erkek çocuk aldırdım.” Kadının kim olduğunu anlayınca kafası atıyor: “Birini doğuraydın, ben nüfusuma aldırırdım. Ama senin doğuracağın çocuğun anası belli olur, sadece” diyor. Gece yarısı eve gelen kocasından hesap isteyince kıyamet kopuyor. Boşanacağını, büyük kızını yanına alacağını söyleyince kocası, evin bütün eşyalarını salonun ortasına yığıyor. Bir elinde kibrit, diğerinde gaz şişesi “Yakacağım hepinizi” diye bağırınca korkup, boşanmaktan vazgeçiyor, çaresiz. Sabah evliliği kurtarma telaşına kapılan kocasının, o kadını bulup öldürmekten beter ettiğini, İzmir’den sınır dışı ettirdiğini öğreniyor sonradan.

Babasından vazgeçen çocuk

Kızı aldı sözü bir ara: “Ben ‘babacı’ydım, ablam anneci. Babamı o halde görünce, ondan vazgeçip anneci oldum. Bu yaşıma kadar elime kibrit almadım hiç. Evime de sokmam. Öylesine etkiledi bu olay beni; anla.”

Melituş, evi terk etmiyor ama küsüyor kocasına. Kaynanasının oğlunu ‘itten irezil, köpekten kötü’ yapması, babasının damadını halletmesi içini serinletiyor. “Bana fikrimi soran yok. Gönlüm vardı kocamda; ayrılamazdım. Ana-babası boşanan çocukların ne çektiğini bilen biri, boşanır mı? Anası, ablasından sonra bu da boşandı dedirtmemek için çektim; Allah ne verdiyse.”

‘Mavi Melek’ olan bir arkadaşından iğne yapmayı öğrenmiş. Komşusu Huriye Hanım onu mevlithan olarak yetiştirmiş; sesi güzel olduğu için. Yarım asırdır sürdürüyor; iğne yapmayı, mevlit okumayı. Harçlığı olmuş hep. Biriktirdiği parayı altına çevirirmiş. “Para kazanıyorum bu yaşımda bile. Babamdan yetim, kocamdan dul maaşı alıyorum. Son tahlilde para, puldur benim için” diyor.

Annem hayatımızın kolaylaştırıcısı

70 yaşında Türk Sanat Müziği kursuna başlamış. Mehmet Şafak’ın öğrencisi. 12 yıl, haftada 8 saat derse gitmiş. Konserlerde solo söylermiş: “Anar ömrümce gönül, giden sevgililere” şarkısını.

Melituş’un annesi 8 çocuk, 24 torun, 33 torun çocuğu, 25 torun torunu varken 103 yaşında, aklı başındayken ölmüş. “Kimseyi takmaz, dünyayı umursamazdı. Hastalık bilmedi. 90 yaşına kadar dikiş dikti, ölene kadar merdiven çıktı. Çamaşır-bulaşık makinesi aldırtmadı eve”diyor gururla..

Kızı annesi için “Torun çocuklarının bakıcısı. Ailenin bankası. Hepimizin hayat kolaylaştırıcısı. Geniş ailenin vakanüvisi. Zaman fukarası. Sabah-akşam dükkana gelip, ne iş varsa yapıyor. Gezer, tozar. Bir günün içine üç-dört program yapar. Yorulmaz hiç. Derdi olmaz mı? İçine atar çoğu kez. Tek isteğim; başımızdan eksik olmasın. Ananem gibi uzun ve sağlıklı yaşasın” deyince gözleri bulutlanıyor bizimkinin.

“Kocam çok hızlı yaşadı, genç yaşta, 63’ünde öldü. Özlüyorum onu. Hep yanımda olsun istiyorum. Yataktan fotoğrafına bakar, konuşurum onunla. Dinler beni, sessizce. Cuma günleri mezarına gider, dertleşirim” diyen Melituş’a  “Yaşlılık ne demek?” diye sordum.

Gülümseyip, ardından boğazını temizledi ve “Seyre daldım goncayı handanıma, bir ömür bitti” şarkısını mırıldanmağa başladı. (ŞD/HK)

* Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın