Hayata Dair

Eğer Çekemezsen Gülün Nazını…

Eğer Çekemezsen Gülün Nazını...

İyi de, kendi şeytanlarımız varken niye karşımızdakinin şeytanlarını yargılıyoruz? Çünkü arkadaşımız kadar müdahale etmeyi de seviyoruz. Oysa başkalarını, başkalarının gözüyle görebilsek, görmeğe çabalasak, ggörmeğe çabalasak, geniş açıdan

 Hayatın bize sunduğu her şey lehimize olmuyor. Aleyhimizdekileri kabullenmeme lüksümüz de yok. Mevsim dönüşümünün etkisi olsa gerek: çevremden geçen fay hattı kırıldı sanki. Sevimsiz haberler nedeniyle arkadaşlarımızla buluşma-görüşme yerlerimiz, sohbet konularımız değişti. Telefon konuşmalarına “kötü bir haber yok değil mi?” diye başlar olduk.

Değer verdiğiniz birini yitirdiğinizde sizden desteğini esirgemeyenlerin varlığını hissetmek… Önemsediğiniz birinin yaşadığı kayıp yüzünden acı çekerken yanında olmak… Yitirdiğinizin yaşı, çektiğini bildiğiniz acının sona ermiş olması içinizi serinletmez ama sevdiklerinizin olması, seviliyor olduğunuzun ayrımına varmak iyi gelir insana.

Dün arkadaşım Demet‘in “çakı” gibi babasını yolculamaya gittik Karşıyaka son durağına. Mahşeri bir kalabalık vardı. Bu tür törenlerde kaybettiğim kişiyle/yakınlarıyla olan ilişkimi ve dolayısıyla kendimle olan ilişkimi sorgularken buluyorum kendimi.

Babasını hiç beklemediği bir zamanda yitiren arkadaşıma herkes “Güçlü ol!” diyordu. “Niye güçlü olmalı?”diye sordum kendime.

Demet’in “payandam” dediği babasına ihtiyacı vardı; oğlu Can‘ın da dedesine. Annesinin ölümünden sorumlu tuttuğu babasını azat etmesi yıllar almıştı. Boşandığı döneme denk düşen süreçte çocukluğundaki babasına kavuşmuştu. Üç kuşak bir arada memnun mesut yaşarken, “Geç buldum, çabuk kaybettim” şarkısını terennüm etmek onlara yakışmadı.

Kendime sordum: “Ben onun yerinde olsaydım ne yapardım?”.

Yanıtım “Sevinçler gibi, acılarında hakkı verilerek, yaşanmalı!” oldu. İnsan, acısının tadını çıkarmalı! Kendini bırakma hakkını kullanmalı! Doyasıya ağlamalı! İstiyorsa isyan etmeli!

Babasını toprağa verirken arkadaşımın kulağına “Güçlü olmak zorunda değilsin!” diye fısıldadım. Bu talimatını bekliyormuş. Bana kocaman sarıldı. Kendini bırakıp, içini yıkamaya başladı.

Görevimizi bitirip, dışarıdaki hayata dönerken arabadaki sessizliği Kemaliye bozdu: “Ne kadar farklıyız dördümüz birbirimizden! Adeta birer butik ürün. Acıyı bile taşımamız farklı.”

Şenay “Ama her yönüyle birbirinden farklı insanlar değil, belli müştereklerde birleşen insanlar bir araya geliyor burada da görüldüğü gibi. Tercih ettiğimiz insanlarla bir araya toplaşıyoruz. Bana yararı olan, beni ileri götüren, beni benle paylaşan, eleştirilerinde yapıcı olan, varlıkları bana keyif, mutluluk ve güven veren insanlarla yani. Bu bir çıkar meselesi” deyince Kemaliye araya girdi:

“Erdem olan insanın kendini başkalarının gözüyle seyredebilmesi. Bu yüzden ‘başka’larını seçmek kolay değil işte!”.

Ben “Atalarımız(!) ‘Eğer çekemezsen gülün nazını, ne dikene dokun, ne gülü incit’ demiş. İnsanların birbirlerini kabul etmesi de karşılıklı” diye söze başlamıştım ki, Şenay susturdu: “Karşınızdakinin söylediğini değil, söylemek istediğini anlamaya çalışmak! Hangi davranış hangi sonucu getirecek? Bunu düşünerek hareket etmek zor ve yorucu. Herkes açık, maskesiz olsun.”

Kemaliye’nin “İyi de, kendi şeytanlarımız varken niye karşımızdakinin şeytanlarını yargılıyoruz? Niye karşımızdakinin bir özelliğine takıyoruz? Çünkü arkadaşımız kadar müdahale etmeyi de seviyoruz. Oysa başkalarını, başkalarının gözüyle görebilsek, görmeğe çabalasak, geniş açıdan bakabilsek… Bunu toplumun nabzını tutmak, yönlendirmek anlamında değil, daha dar ilişkiler anlamında söylüyorum. Hayatı başkalarının gözüyle görebilenlerin iletişim kalitesinin yükseldiği kesin!” görüşüne cem’an katıldık.

Şenay’ın “Tamam da, insanın dört mevsimi var; her zaman anlayışlı olunamaz! Bazen karşımızdakini yorumlama hatası yapıyoruz. Yanıldığının ayrımına varabiliyorsan, kendini de başkalarını da anlayabilirsin!” sözlerini de, Kemaliye’nin “Kendim için önemli olan şeyleri, birine aktardığımda rahatlatıyorum ya! Karşımdaki de bana bir aktarımda bulunduğunda, onu dinliyorum” sözlerini de onadık.

Kısa bir suskunluk oldu. Dalmışız. Radyodan gelen tok sesli bir adamın sesi doldurdu arabayı:

“İnsanlarda tek sıcak kanun / Üzümden savaş yapmaları/ Kömürden ateş yapmaları / Öpücüklerden insan yapmalarıdır/

İnsanlarda tek zorlu kanun / Savaşlara, yoksulluğa karşı / Kendilerini ayakta tutmaları/ Ölüme karşı yaşamalarıdır/

İnsanlarda tek güzel kanun / suyu ışık yapmaları / Düşmanı kardeş yapmalarıdır/

Hep var olan kanunlardır bunlar / Bir çocukcağızın ta yüreğinden başlar / Yayılır, genişler, uzar gider / Ta akla kadar…”

Ozanını öğrenemediğimiz şiir günün anlam ve önemine uygun düşmüştü. Kızılay’a varana dek konuşmadık hiç.

Arabadan inerken “Eyyy benim empati sahibi ve de sempatik arkadaşlarım! İyi ki yaşamımda varsınız!” demem kızları güldürdü

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

İlgili Mesajlar

Bir cevap yazın