Kültür Sanat

Hayat Bilgisi Baş Öğretmenim( İz ) Tuğcu

Hayat Bilgisi Baş Öğretmenim( İz ) Tuğcu

Hayat Bilgisi Baş Öğretmenim( İz ) Tuğcu

Arkadaşımın oğlu Yiğit’in kitaplığında karşılaştım: Kemalettin Tuğcu’yla ve “Çocuk İhtiyar” kitabıyla. “O kitap, insanı ağlatıyor! Kötü insanlar, mutsuz çocuklar var içinde! Sevmediğimden bitirmedim!” diyen dokuz yaşındaki Yiğit’i dinlemeyip, Gazi Hayri Bey’in iç acıtıcı öyküsünü okumaya koyuldum.

“Hayri Dede, öksüz bebesi Cahit’in süt anneliğini yapan Remziye ile evlenince, kızları Saime doğmuş. “Piç” dediği Cahit’e şiddet uygulayan üvey anne, Saime’yi el üstünde tuttuğundan, babası Cahit’i askeri okula göndermiş.

Çocuk ruhlu, temiz kalpli Hayri Dede, parktaki çocuklarla arkadaşlık etmektedir. Emekliliğin felaket olduğunu, insanın ölünceye dek çalışması gerektiğini düşünen Hayri Beyi, “İki lokma ekmek bulursan ziftlen, bin defa şükret!” diyen karısı evden atmaya kalkışır. Başaramaz.

Empatik dil

Remziye, babasına sahiplenen Binbaşı Cahit’ten çekinmektedir. Saime, artık annesinin gerçek yüzünü görmüştür. Torun Sevim alkolik ve tembel babası yüzünden içine dönük bir çocuktur.

Duyarlı, ince ruhlu torun Şebnem ise dedesinin mutluluk kaynağıdır. Sonunda Remziye dize gelir. Yeni oyuncaklarıyla, içindeki çocuğu oyalayan Hayri Dede artık mutludur.”

Yazarın empatik dili, ilkokul yıllarımdaki gibi beni sardı. Yaşlılara yönelik şiddet temalı öykü, yazarın yaşlılık dönemi ürünü olmalı. Çocukluğumda Tuğcu öyküleri ağlatırdı beni. Bu kez şaşırtıcı(!) finale rağmen ağlamamıştım.

Karşılıklı konuşma ve betimlemelere sıkça yer verilen, kısa cümlelerden oluşan, rahat ve duru bir Türkçe’yle yazılan Tuğcu öykülerinin basıldığı az sayfalı, büyük puntolu kitaplarla öğrenmiş, sevmiştik okumayı.

Ağlatma/düşündürme/güldürme/sevindirme

Tuğcu’nun yaşam mücadelesi veren yoksu(l-n) kahramanları, şimdinin orta (30-55) yaşlılarının, çocukluk anılarında bilinçaltı derinliklerinde yaşıyor olmalı.

Çünkü o bizim hayat bilgileriyle dolu kitaplarımızın yazarı ve hayat bilgisi dersimizin baş öğretmeniydi.

Kitaplarında bize; ailenin önemini, hayata dair değerleri, erdemi, merhameti, küçük mutluluklarla yetinmeyi öğretirken, sosyal sınıflar arası çelişkileri de görmemizi sağlıyordu.

Öykülerindeki -model çocuk- kahramanlar aracılığı ve bizi ağlatma/ düşündürme/ güldürme/ sevindirme/ kıssadan hisse çıkartma yoluyla kişiliğimizin gelişmesine katkı vermişti.

Bizlere, zamanın mutlu çocuklarına; mutsuz çocukları anlatarak elimizdekilerle mutlu olmamızı sağlamıştı.

``Altın bilezikler``

Öykülerinde; kısa vadede kaybedip, uzun vadede kazananların karşısında, kısa vadede kazanıyor gibi görünen aslında uzun vadede kaybedenler olurdu.

Aç-susuz-yoksul, kimsesiz, hakkı yenen kahramanları asla kırılgan değil, hayata direngen bireyler olurdu.

Sokakta çalışan/ yaşayan çocukların başarılarını öykülerdi bize. Okuyup, kollarına ‘altın bilezik’ takardı, ‘köprü altı’ndaki çocuklar… Köylerine idealist öğretmen olarak dönerlerdi.

Yoksu(l-n)luk yıldır(a)mazdı onun yaratı insanlarını. İtelenen, tokatlanan, dövülen, temel gereksinimleri karşılanmayan, aşağılanan, alay edilen, küçümsenen, parasına el konan çocuk- yaşlı- kadın kahramanları, tüm bu kötülükleri yapanlara iyilikle karşılık verirlerdi.

Sabrın sonu

Kahramanları “Sabırla koruk helva, dut yaprağı atlas olur. Çalışan, dürüst olan, iyi ahlaklı olanlar kazanır. Sabrın sonu selamettir.” atasözlerini düstur edinirdi.

Eserlerinde farklılıklar ve zıtlıklar: yoksul-zengin, iyi-kötü bir arada olurdu. Başrol duygular ise: merhamet- acıma – yardımlaşmaydı.

Öykülerde yaşlılar ölümcül hasta, anneler yoksulluktan verem, babalar öldüğünde de en büyük çocuk aile reisi olurdu.

Biçare- melek gibi annelerin, cesur-yardımsever-terbiyeli-kanaatkar-çalışkan çocukları olur, gaddar- alkolik-kumarbaz babalar da bu çocuklara şiddet uygulardı. Zenginlerin yaşadığı köşklerde, yalılarda engelli çocuklar odalarına kilitlenirdi.

Dickens'ın izinde mi?

Köprü altında tenekelerde pişirilen yemekler, gazete serili sebze kasalarının üstünde yenirdi. Karpuz/üzüm- peynir- ekmek baş menü olurdu.

Yoksullar, parası olduğunda pastırmalı kuru fasulye yemeyi hayal ederdi.

Öykülerinde aile içi şiddetin her türüne (fiziksel, sözel/duygusal, ekonomik, sosyal) sıkça yer verir, maruz kalanın duygularını ifade ederek, şiddeti yererdi.

Bu yazının boyutlarını aşıyor olsa da; sanayi devriminin ve kapitalizmin yarattığı toplumsal eşitsizlik, yoksulluk ve sefaleti konu alan romanlarında, yoksulların tiksinilerek bakılan ve uzaktan bilinmeyen hayatlarını yazarak ezilen sınıfların sesi olan İngiliz yazar Charles Dickens’ı 30 yıl geriden izleyen Tuğcu için “Türk Edebiyatının ‘Charles Dickens’ıdır.” diyenlere -uzaktan- katıldığımı belirtmeliyim.

211 kitap

Eserlerinin çoğunu okuduğum yazarın, 211 çocuk kitabının isimlerini baz alarak sınıfladığımızda bile; toplumsal eşitsizliğe uğrayanların, yoksulların, ezilenlerin dünyasını yazdığı görülüyor.

Günümüzün önemli bir toplumsal sorunu olan ‘çalışan çocuklar’ olgusunu “Küçük (Adamlar- Balıkçı- Boyacı- Çalgıcı- Çırak- Gazeteci- İşportacı- Şoför vb.), Çiçekçi Kız, Ekmek Parası, El Kapısı, Piyangocu Kız, Kayıkçı Güzeli, Balıkçı Güzeli” vb. eserleriyle, ‘sokak çocukları’ olgusunu ise “Küçük Serseri/ Düşkün Çocuk, Sokaktan Gelen Çocuk, İstanbul Sokakları, Küskün Çocuklar” vb. eserlerinde işleyerek 50-60 yıl önce farkındalık yaratmıştır.

“Cambaz- Şoför- Balıkçı- Arabacı- Çiçekçinin Kızı / Oğlu” adlı öykülerinde de; düşük sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerdeki küçük kahramanların mücadele gücünü yükseltip, sınırlarını genişlettirerek, birer altın bilezik sahibi olmaları için motive etmiştir.

En kahraman anneler

“Garip, Garip Emine, Garip Kuşun Yuvası, Yetimler Güzeli, Yetim Malı, Yetim Ali, Yalnız Çocuk, Kimsesiz Çocuklar, Kimsesizler, Öksüz Murat, Öksüz Dilimi, Öksüz Oğlan, Koruköyün Yetimi, Talihsiz Çocuk, Babasızlar, Annesizler, Ayşecik, Bir Garip Kızcağız, Yavrucuk” adlı öykülerinde ‘Korunmaya muhtaç çocuklar’ olgusunu öksüz/ yetim/garip temalarıyla işlemiştir.

Koruyucu aile ve evlat edinme olgusuna ilişkin sorunları “Küçük Besleme, Evlatlık, Bir Evlatlığın Hatıra Defteri” adlı öykülerinde işleyen yazar, “Satılan Çocuk, Çalınmış Çocuklar” adlı öyküleriyle de çocuk ticaretine dikkat çekmiştir.

Yarattığı özverili, kanaatkar, çocuklarını koruyucu ve kollayıcı “anne” kahramanlarını hep yücelten yazar “Ana Kucağı, Anaların Anası, Annelerin Çilesi, Annemin Hikayesi, Benim Annem, Doktor Anne, Kara Annem” adlı öykülerinde de annelere güzellemelerde bulunmuştur.

Yaşamında kendi babasıyla sorunu olduğu satır aralarından (özellikle Babam ve Ben, Benim Babam öyküleri) sezinlenen Tuğcu, “Baba Evi, Babamın Çilesi, Babamın Günahı, Dilenci Baba, Eskici Baba, Hacı Baba,” kitaplarında “baba”ları yüceltmektedir.

Üveylik

“Üvey”lik olgusuna sıkça işleyen yazarın “Üvey Anne, Üvey baba” adlı kitapları bulunmaktadır.

Yalnızlık ve yoksunluklarıyla baş etmek için yazdığını söyleyen yazarın; görmez ve bedensel engelli olmasının, öykülerinde engelli insanların sosyal-psikolojik-fiziksel özelliklerine geniş yer vermesinde rolü olduğunu düşünüyorum.

Örneğin: “Karanlıkta Bir Çocuk, Küçük Kambur, Görmeyen Yavru, Sakat Çocuk, Kaçık, Garip Bir Adam” adlı kitaplarında eyazmıştır.

Çocuğa, kadına, yaşlıya uygulanan şiddete duyarlılığı yüksek olan yazar; “Zavallı Büyükbaba, Oyuncakçı Dede, Çocuk İhtiyar, İhtiyar Öğretmen, Hırdavatçı Dede, İhtiyarlar, Eskici Baba, Kimsesiz Adam, Dilenci Baba, Ninelerin Ninesi, Ormandaki İhtiyar” öykülerinde hor görülen, ihmal-istismar edilen yaşlılara yer vermiştir.

Arkadaşlık

Kentleşme ve köyden kente göç olgusunun yarattığı sorunları “Göçmen Kızı, Gurbet Acıları, Gurbetteki Çocuk, Köyden Gelen Kız, Köyden İndim Şehre, Yuvadan Uzak, Yurt Özlemi, Yuvaya Dönüş, Herkesten Uzak,” öykülerinde işlemiştir.

“Küçük Bey, Şehir Çocuğu, Soylu Çocuk, Şımarıklar” adlı kitaplarında zengin ailelerin mutsuz çocuklarını, Ahiretlik, Ahretlik kitaplarında da arkadaşlık teması bulunmakta. işlemiştir.

1902 yılında İstanbul-Çengelköy’de bir köşkte doğan Kemalettin Tuğcu, okula gitmeden kendi kendine okuma-yazma ve yabancı dil öğrenmiş, 1940-1980 yılları arasında 12 adet aile romanı(!) 211 çocuk romanı, onlarca öyküsü yazmış, bazı romanları filme alınmıştır.

TÜYAP'tan özel ödül

“Yazdığım kadar yaşarım.Bana tesir eden en küçük olayla, içimden geldiği gibi yazmağa başlarım. Heyecanım süresince yazarım. Edebi ilmi, politik bir iddiam yok!” diyen yazar, 1995 yılında TÜYAP Özel Ödülü’nü kazanmıştır.

Engellerinin, dış dünyaya dahil olmasını engellediğinden “yazı yazma hastalığı”na yakalanan(!) ve bu yüzden melankolik olduğunu söyleyen, sigara eşliğinde yoruluncaya kadar yazdığında mutlu olan, bir asra tanık olan, mezar taşında “Modern Türkiye’nin Masalcı Dedesi” yazan 19.Ekim.1996’da kaybettiğimiz Kemalettin Tuğcu’yu ve eserlerini 1980(+) doğumluların bilmediği / okumadığı söyleniyorsa da…

O benim “Hayat Bilgisi” dersimin “Baş öğretmen”iydi.

Ya sizin? (ŞD/BA)

*Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın