Hayata Dair

Karanfil, Kar, Kaygan Zemin, Taksi Şoförü ve 8 Mart…

Karanfil, Kar, Kaygan Zemin, Taksi Şoförü ve 8 Mart...

Karanfil, Kar, Kaygan Zemin, Taksi Şoförü ve 8 Mart...

Telefonla çağırdığım taksinin arka kapısını açıp otururken bir karanfil uzattı şoför: “8 Mart Gününüz kutlu olsun

Şaşırdım; hoşuma da gitti tabii. “Hayrola!” dedim. “Malum biz taksilerin en has müşterisi kadınlar. Durak müşterilerimize bayramlarda tebrik kartı atar, yılbaşında da takvim dağıtırız, yıllardır. Geçenlerde durakta çay eşliğinde sohbet ederken,  ‘feminist‘ adı taktığımız şoför arkadaşımız ‘8 Mart günü tanıdık kadın müşterilerimize karanfil hediye edelim’ deyince ‘olur’ dedik hepimiz. İkinci kadın yolcumsunuz sabahtan beri. İlk müşterimi de şaşırttı verdiğim karanfil. Yabancı müşteriye vermeyiz tabii. Maazallah kafamızda parçalarlar” deyince güldük karşılıklı.

Mesaiye geç kaldığım için telaş içinde çıkmıştım evden. Kendimi atıverdiğim araba koltuğunda elimde karanfilin, dışarıda yağan sulusepken karın, radyodan “Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç” diyen Muazzez Abacı’nın etkisiyle gevşemeye başladım. Arayan kızımla konuşmam bitince: “Taksi şoförleri ve kadın yolcular… Nasıldır ilişkiler?” diye sordum. İşyerime varana kadar anlattı. Sorularımla girdim araya bir-iki.

“Kendimi bildim bileli, araba kullanırım. Liseyi zorla bitirdim. Şimdiki aklım olsa okurdum yükseğini. Hemen askere gönderdi babam beni. Dönüşte de bizim memleketten bir tanıdığın kızıyla evlendirdiler. İş güç yok. Tek bildiğim şey araba kullanmak. Bizim mahallenin durağına girdim şoför olarak. Sonra babam bir taksinin plakasına ortak oldu. Bu durağı dört arkadaş kurduk beraber. Evi de taşıdık zaruri.

Bu semt mutena semt. Ankara’nın en merkezi yeri. Hem iş hem ikamet semti. Yirmi bir yıldır bu işi yapıyorum. Durakta otuz üç arabayız. Yaklaşık yetmiş aile ekmek yiyor bizim duraktan. Sıra tutarız ama başka yerde yolcu beklediğimiz olur, durağa dönerken. Özel müşterilerim var; belli saatlerinde alıp getirdiğim.

“Kadınlar gece taksi kullanmazlar pek”

Günün her vaktinin müşterisi farklıdır. Sabahları işe gidenleri, özellikle işe geç kalan kadınları, servis kaçıran öğrencileri, hastaneye gidenleri, taşradan gelen iş takipçilerini, öğlene doğru serbest çalışanları, günü özgür kullananları taşırız. Öğleyin hastaneden dönenleri, acil işi olanları, öğle paydosunu alışverişte değerlendiren kadınları taşırız. Kabul günlerine giden kadınlar da iyi müşterimizdir. Akşam alışveriş yapanlar, mesai çıkışı eve gidenler olur yolcumuz. Daha geç saatlerde dershaneden çıkan çocukları taşırız. Gece de sinemaya gidenleri, bara pavyona gidenleri yani erkekleri taşırız. Gece kulüplerinde çalışan konslar(konsomatrisler), alkol alanlar, yolculuğa çıkanlar da gece müşterilerimizdir.

Kadınlar en iyi müşterimizdir bizim. Taksiyi genellikle gündüz kullanırlar. Gece kullanmazlar pek. Neden? Sokaklar güvenli değil de ondan. Ben bile erkek olduğum halde; bilmediğim bölgelere giderken, tenha yerlere giderken ürküyorum. Ne kadar önlem alırsan al; bizim işimizde can güvenliğin tehlikededir hep.

Ben karımın dışarıları çıkmasını istemem gece. Zorunluysa ben getirir, götürürüm. Ortam fena çünkü. Benden hayır olmadığında duraktan bir arkadaş gider onu almağa. Hadi onu da ayarlayamadım diyelim; mutlaka durak taksiye biner ve bana arabanın plakasını yazdığı bir mesaj atar.

Durak bizim ortak yaşam alanımız. Sohbet, çay, siyaset, yemek, televizyon filan. Başka türlü zaman geçmez durakta. Haberleri izlerken arkadaşlarla yorum farklılığımız olduğunda tatlı tatlı didişiriz. Kulağımız telefonun zil sesinde çağrı beklerken arabayı temizler, bakım yaparız. Canımız sıkılmaz hiç burada.

Baharın, yazın durağın arkasına yaptığımız çardağın altında otururuz. Saksılara ektiğimiz çiçeklerimiz pek güzel olur. Müşterilerden çayımızı içmeğe gelenler de olur. Kadın müşterilerimiz gelmez pek. Bir Feriha Ablamız var; ana-oğul gibiyiz artık. Alzheimer hastası kocası Ahmet Abiyi hastaneye götürürüm sık sık. Hatta bazen yaz günleri oyalarız durakta onu. Feriha Abla kek filan yapar akşamüzerleri bize.

“Taksicilik kuralıdır: Kadın yabancıysa soru sorulmaz”

Şoförlerin çenesi düşüktür; malum. Tanıdık müşteriyle konuşuruz tabii. Daimi olmayan kadın ya da erkek yolcuya daha dikkatli, hassas davranırız. Hele ki kadın yabancıysa sadece gideceği yeri öğrenmek için açarız ağzımızı. Taksicilik kuralıdır: Kadın yabancıysa soru sorulmaz. Sohbetin olup olmayacağını veya sohbetin nasıl şekilleneceğini tamamen kadın müşteri belirler. Onlar çekingen olduğundan üzerlerine gitmeyiz.

Yolcunun gideceği yeri söylemesiyle sohbet konusu belli olur. Terminale, hastaneye, okula ya da işe gidenle konuşulan konular farklıdır. Suya sabuna dokunmayan şeyler de konuşuruz, siyaset de. Kana göre şerbet veririz. Duruma göre alttan aldığımız da olur. Müşteri kırıcıysa; üstten alırız alttan değil. Kısa mesafede sohbet kısa olur. Sıkışık trafikte havaalanı gibi uzağa giderken sohbet artar. Kadınlarla, erkekle aynı konuyu konuşsak bile üslup farkında olmadan değişir.

Sosyallik, sohbet iyidir. Yalnız çalıştığımızdan bolca konuşuruz. Müzik dinleriz. Arabada yolcu yoksa yüksek sesle şarkı söylerim camları kapatıp. Ben müşterilerden öyle çok şey öğrendim ki… Dost, arkadaş olduklarımız var.  Hastalandığımızda bakacak doktor, doğalgaz bağlatacağımızda makine mühendisi, miras işini danışacağım avukat, kızıma matematik çalıştıracak üniversiteli, kredi konusunda bana akıl verecek bankacı  müşterim var.

“İçişleri karıma ait”

Kadınlar rahatlarına daha düşkün. Erkek iki poşet olsun elinde binmez taksiye. Kadın elinde bir kilo yük olsa biner hiç çekinmez. Geçenlerde hamile bir kadın geldi durağa. Elindeki giysi torbasını bana taşıttı arabaya kadar. Hamileler ağır taşımamalı tamam da. Bir kilo değil ağırlığı içindekinin. Karım hamileyken yirmi kiloyu bile kendi taşırdı, sobanın kovasını da değiştirirdi. Ben burada çalışıyorum, ev işiyle ilgilenmem. İçişleri ona ait.

Siz kadınlar alışveriş yapmayı çok seviyorsunuz. Eli kolu dolu biniyor arabaya sonra da bize dert yanıyor: ‘Kocama ne diyeceğim?’ diye. Dertleşiyor anlayacağın hiç tanımadığın biriyle, bir adamla. Kadın harcıyor, adam kazanıyor. Kadın kısmısı lüksü sever, zorluğa gelemez, dolmuş-otobüsle uğraşmaz. Taksiye bindiğinde de mutlaka telefonda konuşur. İlk cümlesi de nedense ‘taksideyim’ olur.

Ben gündüzcü çalışırım; nadiren de gece. Sabah 7, akşam 5. Gençler gececi olur. Biz de zamanında öyle çalıştık.

“Ankara’da iki kadın taksi şoförü”

Ankara’da iki tane kadın taksi şoförü var. Taksi şoförlüğü ağır iş. Riskli. Kadınlar binek araba kullansınlar, itirazım yok; ama dikkatli olsunlar. Trafikte çok beceriksiz oluyor sizinkiler. İnsanın başına da iş açıyorlar. Taksicilik kadın işi değil. Yapacakları başka iş mi yok? Ticari arabalarda koruma kabini mecburiyeti olsa yani can güvenliği sağlansa kadınlar rahatlıkla yapar şoförlük. Ama nerde?.

Bize adres soran çok olur. Rehberlik yaparız vatandaşa. Arabası bozulan kadın şoförler durak taksicileri güvenilir bulduğundan yardım ister. Müşteri ilaç bile aldırtır bize; eczaneden. N’apsın alacak kimsesi yok? Verecek parası var. Vatandaşın yardımcısıyızdır her konuda. Bir müşterimin bebeği için market market dolaşıp, bebeğine mama aradım mesela.

Gülbin Teyze var, böbrek hastası. Üç günde bir onu götürürüm diyalize mesela. Benden başkasına güvenmez, alıştı ya bana. Daimi kadın müşterilerimizden biri arabada bağırarak annesiyle konuşuyordu geçenlerde. Anladığım kızın annesi ‘evle hiç ilgilenmiyor’ diye kumarbaz kocasından yakınıyor. Müşterim yani kızı annesine çok sert konuşunca uyardım onu;  ‘anneyle böyle konuşulmaz’ diye.  Sinirlenip, durdurdu arabayı ve indi. Müşteri ukala olursa ben de olurum. Bunak yaşlı müşteriyi sevmem; para almak azaptır.

Biz taksiciler kadar toplumun nabzını tutan başka meslek yoktur. Öyle çok şeye tanık olur ki bu arabalarımız. Bir dile gelse şu araba… Gençlik ayrı bir sorun yumağı… İki gün taksicilik yapan bu devirde çocuk büyütmenin ne menem iş olduğunu anlar.

“Arabanın içinde sevgilisini dövmeye kalktı adam”

Bizim esnafın içinde de iyisi kötüsü vardır; beş parmağın hepsi bir değil meseli. Türkiye’deki bütün taksi şoförleri Akasya Durağı dizisindeki kadar iyi değil elbette.

Durakta otururken yoldan geçen kadınların dedikodusunu yaparız, zaman geçmiyor başka türlü. Güzel resimler asarız aynanın çevresine; ama fotoğraf asla. Kızımın fotoğrafını koydum diyelim. Bir erkek yolcu ‘kim bu?’ dese kıyamet koparırım. Aynaya mavi boncuk ve karınca duası mutlaka asarız.

Anılarımı yazabilsem var ya… Çok isterdim elimin kalem tutmasını. Arabanın içinde sevgilisini dövmeye kalktı adam. ‘Dur, n’apıyorsun? Yapma!’ filan dedim. Ağzımın payını verdi: ‘Sana ne? ” dedi. Arabayı elim ayağım titreyerek sürerek karakola vardım. Durdum. ‘İn lan!’ dedim. Şaşırdı. Kız da indi. Arabada dayak yiyen kız, kapıdaki polisi görünce ‘Ben şikayetçi filan değilim’ diye bağırmağa başladı. Sonra n’aptılar bilmiyorum.

“Kadınlar çalışınca dilleri de uzadı”

Kadınlar fazla rahat oldu son yıllarda. Yolcuyken arabada oje süren, makyaj yapan, mahrem konularını telefonda konuşan, oturuşuna dikkat etmeyen, yanındaki erkekle çok rahat davranışlar sergileyen,  argo konuşan kadınlar arttı mı ne?

Kadınlar çalışınca, cepleri dolunca yani dilleri de uzadı. Benim annem kaynanasının yanında çocuklarını öpemezmiş. Şimdi öyle mi? Abimin gelini sigara içiyor kayınpederinin yanında. Baskı da iyi değil, aşırı serbestlik de…

Abla geldik senin işyerine. Başını ağrıttım kusura bakma! Evet, 16 lira… Ben de yok; 100 lira üstü.  Bozuk yoksa; sonra alırım. Ya da durağa bırakırsınız. Lafı mı olur abla… Tekrar kutlu olsun; kadınlar günün.”

Elimde karanfil… Yüzümde gülümseme… Artan kar… Jilet gibi kaygan zemin… İnsanın içini titreten soğuk…

Binadan içeri girerken güvenlik görevlimiz Satılmış seslendi: “Bu özel günde de böyle hava olmaz ki… ” (ŞD/BB)

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın