Hayata Dair

Kül Vaktindeki Kadın

Kül Vaktindeki Kadın

Kendinize hiç acıdınız mı? O menem duyguyu tanımayın. Ya aciz kalmak? Yaşamınızı denetleyememek? Israrla karşınızdakinin değişeceğini, eski günlere dönmeyi umut etmek. Sabır çıtanızı sürekli yükseltmek zorunda kalmak. Terkedersen öldürüleceğinden korkmak.

Şimdilerde evlilik temeli atanlara, “Evleneceğin kişiyi tanımak yetmez. Onun yaşama ilişkin bilgi ve değerleri edindiği, duruş ve davranışlarını şekillendiren kişiliğinin geliştiği ailesini de tanımalısın. Aile kurmak, Üyelerinin birbirini etkilediği,geliştirdiği, ileriye götürdüğü, dayanıştığı, paylaştığı, rahatladığı bir çatının altında yaşamak, sorumluluk almak, rolünün gereğini yapmak demek!” diyorum.

Dinleyenlere elbette bu sözlerim…

Ben dinlememiştim kimseyi.

“Evlenmek için acele etme! Sorup, soruşturalım ailesini! Hem Tekirdağ nire, Kayseri nire?” diyen anneme “Esat’ı tanıyorum ya! Ailesiyle mi evleneceğim!” demiştim.!

Şebnem’in “Esat, saklıyor kendini. Saklambaç oynuyor! Gri alanları olmayan biriyle, hayat zor!” gözlemlerini de umursamadım.

Yıllar aldı tanıdığımı sandığım Esat’ı tanımak! Hakkım olmadan bana yaşattığı, dayattığı şeylerle kocaman yüreğimin sınırlarını daraltan Esat’ı.

“Keşke” demiyorum. Anlamsız çünkü…

Kül vaktine gelişimin öyküsü mü?

Evlenince tamamen Ankaralı olduk. Ben kamuda çalışıyordum, o arkadaşının bürosunda. Aynı meslekten olmanın avantajı vardı:anlıyorduk birbirimizi.

Evlilik yolculuğumuzu beş yıl kadar otobanda sürdürdük.Güllük-gülistanlıktı beraberliğimiz. Gezip-tozuyor, mağaracılıkla uğraşıyor, hafta sonları trakking yapıyor, arkadaşlarımızın kurduğu yeni hayatlarla çevremiz genişliyordu.

Otel mimarisinde uzmanlaşınca Esat, büro kurdu. Şansı hırsıyla birleşti, büyük işler aldı. Çok çalışıp, kazandıkça göbeğiyle orantılı, özgüveni de artıyordu.

“Bu taşkalayı, bebekle kaldıramayız!” dedik, o yıllarda. Devingen yaşamın, bazı şeyleri görmemi engellediği de sonra ortaya çıktı.

İlk zamanlarda, birilerinin yanında beni refüze etmesi, mesleki anlamda beni küçümsemesi, başarılarıma sessiz kalması, annemi horlaması, maaşımın hesabını sorması, aldığım giysiyi pahalı bulması,sevgili kedimi tekmelemesi üzüyordu beni.

Dudaklarımın inceliği, saç boyamın rengi, Şebnem’le sık görüşmem, kız kıza görüşmelerimi ilkel bulması, kırk yama kursuna gitmeme ettiği lafların üzerinde durmamaya çalıştım, içimden kırılsam da…

Sonraları, davranışlarıyla özür dilemesi yetmez oldu. “Beni kızdırma!”cümlesini sıkça tüketir oldu.

Aşağılamalar artınca, evlilik yolculuğumuz otobandan tali yola girdi. Anne olmamı “babalığa hazır değilim!” bahanesiyle erteletti.

Yeğeni yüzünden çıkan tartışma… kolumu kıvırıp, sırtımı yumruklaması… kırılma noktamız…

Sürdürmeliydim beraberliği; annem, Şebnem haklı çıkmamalıydı.

Yeni modalar çıkardı: kapı-pencere çarpma, eşyalar fırlatma,programlarımı değiştirtme, telefonla anneme yakınma, istifa etmem için baskı, aybaşında ‘paraya ihtiyacım var, maaşını ver, sonra veririm!”deyip, para istemek zorunda bırakma, evin ihtiyaçlarına duyarsızlık,”iskeletor – mendebur – kozmetik güzeli” hitapları…

Büyükannemden kalma vazoyu kırması, maddi-manevi değerli suluboya tabloyu parçalaması, “Nerdesin? Yanında kim var? Doğru söyle!”li telefon tacizleri, her pazar Kayseri- kayınvalide ziyareti diretmesi,başkalarının yanında alay etmesi (kaz kafalı, anlama özürlü), annemin Ankara’ya gelişini engellemesi…

Konuşacak olsam “Sen kimsin ki? Seni dinlemem!” demesi, seçimlerimi(dizi- müzik- giysi-menü-kitap) yargılaması, kadınlığımı aşağılaması,aksamalara hoşgörüsüzlüğü, ölmüş babama küfür etmesi, her istediğinin/söylediğinin tartışmasız yapılması…

Ve hep kendini -her türlü- savunmak zorunda kalan ben! Benim yerime pahalı ve şık döşeli evimiz ağlıyordu.

Suçlana suçlana “Ben hak ediyorum bu davranışları” diye, Esat’ı haklı gördüğüm bile oldu.

“Yeter ki kızmasın!” diye istenilenleri yapıyor, eleştirilmemek adına alışkanlık- zevklerimden vazgeçiyor, hoşlanmayacağı bir şeyi ona açıklamaktan korkuyor, eve gelmesini hiç istemiyordum.

Anne olmaktan da vazgeçtim. Yanında boğulacağımı hissettiğim adamdan çocuk mu yapılır!

Daha az insanla görüşür, yalan söyler, gri alanlarımı yitirir,gereksiz isyanlara kalkışır, kendimi dizginleyemez oldum.

Bedenim; uykusuzluk, diş kenetleme- gıcırdatma, dikkat dağınıklığı,dalgınlık, iştahsızlık, her şeye duyarsızlık ve baş ağrılarıyla tepki veriyordu.

Beynim; tali yoldan çıkıp, dar patika yola giren evlilik yolculuğumda “Dur, inecek var! ” diyemiyordu.

Giyimle, makyajla çevremdekilere oynasam da, “kötü oyuncu” olduğumu sonradan öğrendim.

Kendinize hiç acıdınız mı? O menem duyguyu tanımayın… Ya aciz kalmak… Yaşamınızı denetleyememek… ısrarla karşınızdakinin değişeceğini, eski günlere döneceğinizi umut etmek… sabır çıtanızı sürekli yükseltmek zorunda kalmak…

Terk edersen öldürüleceğinden korkmak… çevrenin tepkilerinden çekinmek… yalnız kalmak… çevre denetimine tabii olmak….

Ve özgüveninizin sıfırlandığını bilmek..

Artık daracık bir kenarı uçurum olan yoldaydım.

Derken bir şey oldu!

Sohbet anında Esat’ın çocukluğunda geçirdiği kabakulak nedeniyle baba olamayacağını ağzından kaçırdı annesi.

Kendimi kaybetmişim, sadece Esat’a doğru yürüdüğümü hatırlıyorum.

Bir kenarı uçurum olan daracık yoldan geri döndüm, sekiz yıl sonra…

Şimdi kül vakti… (ŞD/BA)

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

İlgili Mesajlar

Bir cevap yazın