Rengahenk Yaşlılar

Huzurevinde Bir “Yakışıklı”

Huzurevinde Bir ``Yakışıklı``

Huzurevi yaşam süremi ve yaşam kalitemi arttırdı. Buna kesinlikle inanıyorum. Evde olaydım, yaşam daha zor olacaktı benim için. gençliğimi ve orta yaşımı çok iyi taşıyamadım, biliyorum. Ama, yaşlılığı pek bir yakıştırdım kendime ve iyi taşıyorum sanki.

Ege’nin o zamanlar küçük bir kasabası olan Nazilli’de doğdum. Babam kurtuluş savaşında büyük yararlılıklar göstermiş bir askerdi. İkisini de uzun yıllar önce kaybettim.

Babam kasabada malı değil, kafa zenginliği nedeniyle saygındı, kabul görürdü. Üç kardeşin en küçüğüyüm..Babam İstanbul’da Kabataş Lisesi’nde okuttu, iyi yetişeyim diye beni. Ailemden on bir yaşında ayrılmak çok kolay bir şey değildiyse de.

Yol parası çok tuttuğundan, uzun tatillerde gelebilirdim sadece. O yaşta kasabadan trenle İzmir’e gider, garda saatlerce beklerdim Haydarpaşa treninin kalkmasını. Gelişte tersine yaşardım aynı filmi. Ayrılırken annem içine akıtırdı gözyaşlarını, beni üzmemek için.

Ablam, çok gençti kaybettiğimizde. Eniştemi hiç sevememiştim, ablamı sağlığında çok üzdüğünden. Eniştem ölünce, büyük oğlu, malın dibine kibrit soyu döküverdi hemence. Diğer yeğen de Almancı oldu. Kız evlenip, Torbalı’ya yerleşti.

Abim ilçedeki lisede okudu. Babamın “hayta”sı abim, delişmen ruhlu ve pervasızdı. Okulu bırakması, kumara ve alkole dadanması babamı yıktı. Hayatını berenarı yaşadı. Çok koştu. Abimin, babamın ” oğluma / ailemize uygunsuz” diye nitelediği bir kadınla yedi-sekiz yıl süren beraberliğinden abim hariç tümümüz mutsuzduk.

Askerlik ve terk

Şimdiki aklım o zaman olaydı, abimden yana olurdum.

Beraber olduğu kadın, kasabayı terk edince abim iyice alkole düştü. Annemin bulduğu, babamın onadığı, ama abimin asla sevmediği Suzan Yengemle evlendi. Yengem, abimi çok sevdi, abim ise hiç.

Otuz yıl oldu kaybedeli, abimi. Bence gurbete evlenen, tek çocuğu Sitare’nin hasretine dayanamadı. Sitare bambaşkadır. Birbirimizi çok severiz amca-yeğen. O Türkiye’de olaydı, ben de şimdi buralarda olmazdım

Liseyi bitirdikten sonra İstanbul’da yabancı bir bankada işe girdim, iki yıl kadar çalıştım. Eruh’da askerlik sonrası ne bankaya ne İstanbul’a döndüm. Bir süre Manisa Özel İdare’de çalıştım. Olmadı. Germencik’te Çiftçi Mallarını Koruma Derneği’nde işe girdim.

Artık yaş otuz olmuştu. Evlenmediğime anacığım çok üzülürdü, ama olmadı.

Derken Germencik’te görevli bir astsubayın kızına aşık oldum, kız da bana. Birbirimizi çok sevmemiz babasının yüreğini yumuşatmadı. Kız da kaçmayı göze alamadı. Baba, tayinle ayrıldı alelacele kasabadan. Onlar gittikten sonra bana dar geldi her yer.

Gazetecilik günleri

Yalnızlık ve marazi bir aşk kaderim oldu. İzmir’de bir yerel gazetede işe girdim. Uzun yıllar çalıştığım bu gazete benim her şeyimdi. İlanlarla yaşardı gazete. Dört kişiydik çalışan. Kalemim iyiydi ve süreç içerisinde gelişti de.

Ulusal ve bölgesel gazeteler gelişip de, abone sayımız iyice düşünce dayanamadık ve kapattık gazetemizi.

Sonra bölgesel bir gazetede çalıştım. Sigortalılık sürem dolduysa da, çalışmaya devam ettim. Yapacak başka bir şeyim de yoktu zaten. Babamdan kalan mirasla aldığım terastan denizi gören küçük bir evim vardı Halil Rıfat’ta.

Dışa dönük bir insan olmadım hiç. Hep duvar örerek sınır koydum insanlarla arama. Sonra da, o sınırların içine hapsoldum.

Sigaramın dumanıyla yolları ayırma mecburiyeti

Düzensiz bir yaşamım oldu hep. Evde yemek pişmezdi. Çamaşırlarımı komşu yıkardı üç-beş paraya. Bir dönem yoğunlaştı ise de, ara sıra alkol kullanırdım. Sigaram ise bana çok uzun yıllar yarenlik etti.

70’lerin ortalarında ciğerlerim su toplayınca, dokuz ay süren sanatoryumda konuk edildim. Doktorlar sigaramın yarenliğine izin vermediler.

Bu hastalık benim kendime ördüğüm ihata duvarlarını daha da yükseltmeme neden oldu. Artık yapayalnızdım.

1987’de ayrıldım gazeteden. Boşluktaydım artık.

Kahve alışkanlığım yoktu. Kordonda gezinirdim, gün boyu. Bir ara İnciraltı’nda balıkçılara takıldım. Onlara yardım ediyordum. Temiz hava, iyot iyi geliyordu bana.

Kalp teklemesi

Yıllardır yaptığım en iyi şey okumak. Sahaf bir arkadaşımdan alırdım kitapları. Okur geri verirdim. Ara sıra da dükkana göz kulak olur, zaman geçirirdim.

Bir gece kalbim tekledi. Şanslıymışım, kriz hafifmiş. Bu kriz sonrası kendimi iyice rölantiye çektim. Bir gün dertleşirken gazeteci arkadaşım Halil, “Osman halin hal değil. Bakımsız kaldın. Gel seni devlet huzurevine yerleştirelim,” dedi. Olmazlandım.

Ama beş ay sonra ikinci ve çok daha güçlü bir kriz geldi.

Hastanede ziyaretime gelen Halil’e “Şu huzurevi işiyle bir ilgilensen! ” dedim. İlgilendi ve kısa süre sonra yerleştim.

17 yıl olmuş, buraya geleli.

Burada mutlu muyum? Bazen evet. Ya mutsuz muyum? Bazen evet.

Huzurevine yerleştikten kısa bir süre sonra toparlanmaya başladığımı ifade etmeliyim. Burada her şey düzenli ve saate bağlı.

Beslenme düzeni çok iyi, bazen yemek kalitesi düşse de. Bana bazı yemekler yasak olduğundan diyet yemeği de çıkarılıyor.

Çamaşır sorun değil. İlaçlarımın saati hiç aksamıyor. Sıcak su, kalorifer hizmetlerinde aksama yok.

Her düzeyden insan var burada. O kadar insanın içinde kafa dengi çok az insan buldum kendime, bir ikisi göçtülerse de.

Sabah yürüyüşü ve beyin jimnastiği

Sabahları süt almak bahanesiyle yürüyüşe çıkıyorum. Öğleden sonraları bir arkadaşımın oğlunun tuhafiye dükkanına gidiyorum bazen. Çay içip, dönüyorum.

Odamdan pek çıkmam. Radyom hep açıktır ve ajansları hiç kaçırmam. Gazetemi getirir bakkalın çırağı erkenden. Bulmaca tutku bende. Bu aralar sudoku çözmeye dadandım. Hem zamanımı dolduruyor hem de beyin jimnastiği. Bunamayı da geciktiriyormuş ya.

Bazen İbrahim Efendi ile benim odamda, tavla oynuyoruz. Yazın huzurevinin bahçesinde kuytu bir köşede, okumalarımı yaparım.

Huzurevi personeliyle aram genelde iyi. Yanlış olduğunu gördüğüm bazı şeylere müdahale ettiğimde, çok ses çıkarmasalar da hoşlanmadıklarının farkındayım.

Leyla hemşireyle, psikolog Gülten hanımı kızlarım gibi severim. Ara ara özellikle nöbetlerde uzunca dertleşirdik karşılıklı. Leyla’nın kocasının tayini çıkınca, gittiler. Özel günlerde arar, kutlar bayramımı, seyranımı.

Huzurevi, hizmet verdikleri kesim durağan olsa da, çok hareketli. Bir çok sosyal etkinlik düzenleniyor. Geziler, kurslar, eğlenceler, tiyatrolar falan. Hiçbirine katılmam.

Kaç yıl oldu ama, sanırsam hala dış dünyaca “Huzur-evli bir yaşlı” olarak algılanmayı kabul edemiyorum.

Bir de huzurevinde bayram seyran faslını sevmiyorum.

Yeğenlerim kırk yılda bir ziyaretime geliyor. Sitare Almanya’dan her gelişte uğrar. Eski günleri yad eder, ailede geçmişte olan biteni konuşuruz.

Melik evleniyor

Sekiz yıl önce bir araştırma nedeniyle huzurevine gelen üniversite öğrencisi Melik’le tanıştım. Çok sevdik birbirimiz. Bir firmanın halkla ilişkilerine bakıyor. Yakında evlenecek. İlle nikah şahidi olmamı istiyor. Ben de “bekar adam, nikah şahidi olmaz.” diyorum. Bakalım artık.

Yaş seksenlere dayanmak üzere. Kendi işimi rahatlıkla görebiliyorum. Hareketlerim biraz yavaşladı gibi. Galiba kamburlaşmaya da başladım. Arkadaşlarıma ve akranlarıma görece sağlığımla ilgili fazla bir sorunum yok.

Yaşam beni çoluk çocuklu insanlara ve arkadaşlarıma göre daha az yıprattı.

Huzurevi de yaşam süremi ve yaşam kalitemi arttırdı. Buna kesinlikle inanıyorum. Evde olaydım, yaşam daha zor olacaktı benim için.

Ekonomik sorunum yok. Emekli maaşı düşük ama, huzurevi ücretini yatırdıktan sonra kalan miktara, kira gelirim de eklenince bana yetiyor da artıyor bile.

Bakımsız eski evimi ben öldükten sonra kaydıyla, Türk Eğitim Vakfı’na bağışladım, öğrenci okutsunlar diye.

Ben gençliğimi ve orta yaşımı çok iyi taşıyamadım, biliyorum. Ama, yaşlılığı pek bir yakıştırdım kendime ve iyi taşıyorum sanki. Anlayacağınız, ‘ yakışıklı’ bir yaşlıyım. ( ŞD/BA)

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

İlgili Mesajlar

Bir cevap yazın