Basında Yaşlılık

Aşı ile kendini ve ötekini korumak

Aşı ile kendini ve ötekini korumak

Aşı ile kendini ve ötekini korumak

COVID-19 hızla yayılmaya devam ediyor, salgın virüsü kapan kapmayan herkesin ruhsal durumunu etkiliyor. Virüs, her an her yerden çıkıp bize de bulaşma riski taşıyor.

Bulaştıranlar ise eş dost, aile üyesi veya yakınımızda tesadüfen bulunan başka kişiler olabiliyor. Tehdit her an her yerde özetle. Etrafımızdaki kişiler hastalanmamıza sebep olabileceği için de mevcut durum bizi daha tedbirili veya kuşkucu olmaya, mesafeli durmaya itiyor.

Tedbirli olup virüse mesafeli duralım derken ister istemez tanıdık tanımadık, dost düşman herkese kuşku ile bakıp paranoyaya kapıldık, yalnız kalmaktan depresyona girdik ve yeterince tedbir aldık mı veya ben başkasına bulaştırır mıyım endişesiyle kafamızda yaptıklarımızı gözden geçirdikçe kaygı sorunlarının inip çıktığını gördük.

Fakat içinden geçtiğimiz, dayanıklılığımızın her yönden sınandığı bu olağanüstü dönemde bunların hemen hepsi hastalıklı olmaktan ziyade olağan insan tepkileri olarak görülmelidir.

Evet, hastalığı önlemenin yolu mesafeli olmak! Ama bir kaç ay diye başladığımız bu mesafeli süreçte bir yıl dolmak üzere. Farklı ülkelerde ruhsal hastalıkların arttığı da sayılarla, oranlarla bildiriliyor (1).

Belirsiz bir süre daha, zorunlu olarak, enfeksiyonla mücadele için bildiğimiz yöntemleri kullanmaya devam edeceğiz: Temizlik, mesafe, aşı ve ilaç.

Covid-19 için henüz yüzde yüz etkili bir ilaç yok. Uzmanların ve yılların bilgi birikimi ile aşılar çok hızla geliştirildi. Aşıların hastalığın ağır geçirilmesini etkilediğini öğrendik ama etki süresinin ne kadar olduğunu henüz tam bilmiyoruz.

Kol uzatmak şart

Bu da mesafeli yaşamaya devam etmemizi zorunlu hale getiriyor. Aşı uygulanmaya başlandı ama bazı sorunlar da devam ediyor. Aşı ancak toplumun büyük bir kısmına (yüzde 75-90) uygulandığında toplumsal bağışıklığın (sürü bağışıklığı) etkin olabilecek.

Aşı tek bir kolumuza yapılıyor ama toplum sağlığı için herkesin kolunu uzatması şart. Kısacası, aşının yaygın uygulanması büyük önem taşıyor.

Basit bir hesapla 80 milyon nüfuslu Türkiye’ye ilk partide gelen 3 milyon aşının üzerine 117 milyon daha aşı gelirse 60 milyon kişi aşılanmış olacaktır.

Bu daha sürecin daha çok başında olduğumuzu gösteriyor.

Aşı geldiğinde herkese ulaşması ve herkesin gönüllü olarak kolunu uzatması gerekiyor.

Salgınların tarihi insanlığın başlangıcına kadar uzansa da insanların korunma için önlem alabilme kapasitesine sahip olması ve insanın hasta türdeşleri ile ilgilenebilme özelliği bugünlere gelmemizi sağladı ve romanlara da konu oldu (2, 3).

Yeterli sayıda aşı Türkiye’ye gelse bile, yaygın aşılamaya engel teşkil edebilecek iki grup dikkat çekiyor.

İstese de olamayanlar

İstese de aşı olamayan; sağlık hizmetine ulaşamayan, her yönden kırılgan bir grup var.

Başta da mülteciler, kağıtsızlar, en yoksullar, en alttakiler, herhangi bir sosyal kayıtları olmayanlar, sağlık sistemine kayıtları olmayanlar, adresi bile belli olmayanlar…

Bu grubun aşıyı reddetmesi değil aşıya ulaşması dahi mümkün değil, ki bu ciddi bir sorun.

Örneğin “Derin Yoksulluk Ağı”ına  girenler aşılanma hakkında yeterince bilgi sahibi mi? Bu grupların temel ihtiyaçlara, maskeye, suya, sabuna bile ulaşımı sınırlı. Dar alanda çok kişi yaşadığı için fiziksel mesafe kuralına riayet etmeleri de mümkün olmayabiliyor.

Aşı zaten çok uzaklarında…

Dünya Sağlık Örgütü (WHO/DSÖ) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus insanlığın aşı konusunda feci bir ahlaki çöküşün eşiğinde olduğunu belirterek, ‘aşı milliyetçiliği’ yapıldığını ve zengin ülkeler yüksek sayıda aşı sipariş ederken yoksul ülkelerden birine sadece 25 doz aşı verildiğini belirtti.

Bu gruplardaki kişilere ulaşmak ve onların da bağışıklıklarının sağlanması için, kamunun sağlığı için çalışmak gerekiyor. Belki de engeller aşılabilirse bu grup aşıyı reddetmeyecek ve toplum bağışıklığının sağlanması mümkün olacaktır.

Aşıyı reddenler

Bir diğer grup aşıyı reddenler, ki bunlar farklılıkları olan grupçuklardan oluşuyor. Aralarında aşı karşıtlığı aktivistleri ve aşı tereddüdü yaşayan gruplar da var.

Aşı tereddüdü yakın geçmişte, DSÖ tarafından izlenmesi gereken 10 küresel tehditten biri olarak listelendi. Bu gruptaki kişilere de ulaşmak ve bağışıklıklarının sağlanması için -hem onların bireysel sağlığı hem hepimizin/ kamunun sağlığı için- çalışmak gerekiyor.

Ancak buradaki sorun aşının ulaştırılamamasıyla sınırlı değil, kendi onamlarının olmaması. Bu grubun da aşıya gönüllü olabilmesi için tutum ve davranış değişikliği gerekiyor.

Çok iyi biliyoruz ki, tutumları ve davranışları değiştirmek kolay değildir ama mümkündür. Bunun için gereken yöntem ve stratejileri de biliyoruz.

Peki bunun için COVID-19 pandemisi sırasında ne yapabiliriz ve nasıl yapabiliriz? Aşının koruyuculuğunun benimsenmesi anlayışı nasıl geliştirilebilir?

Kişileri, aşıların kendisine ve sevdiklerine yararlı olduğuna ve zarar vermediğine ikna etmek gerekir. Bunun için de bir birey olarak, bir aile üyesi olarak, bir öğretmen olarak, bir belediye başkanı olarak, politikacı olarak herkese rol düşüyor. Herkesin bu zorlukları azaltmayla ilgili ne yapabileceği konusunda kafa yorması gerekiyor.

Özellikle sosyal hizmet uzmanlarıyla, sosyal psikologlarla, ruh sağlığı, halk sağlığı uzmanlarıyla bu konuda sabırla işbirliği içinde olunması, aşı konusunda bilgilendirme için kamu spotları hazırlanması ve bunların televizyondan, radyodan, her türlü medya kanalından yayınlanması, sabırla bilgilendirmeye devam edilmesi önemlidir.

Politikacıların, bazı “önemli kişiler”in, “akil adamlar”ın aşılanmaları ve aşılanmalarının televizyonlarda yayınlanması da bir yöntemdir ve bunu ülkemiz kanallarında da görmeye başladık.

Siyasi liderlerin aşı olurken görülmesi ve aşı hakkındaki olumlu yorumları kişileri ikna etmede rol oynayabilir. Elbette politikacılara olan güvensizliğin olumsuz etkiler yaratabileceğini göz önünde bulundurmak ve dikkatli olmak gerekiyor.

Elvis Presley

Yine ünlülerin aşılanması ve bunun teşvik için kullanılması bir yol olabilir. Elvis Presley, 1956 yılında televizyonda polio aşısı olduktan sonra pek çok kişi aşı olmaya ikna olmuştu.

Son dönemde Türk Tabipleri Birliği’ne (TTB) güvenin umut verici bir biçimde arttığını düşünürsek, TTB’nin kaynaklarını kullanmak etkili olabilir (4).

Aşı karşıtlarının fikirlerini değiştirmesi için sabırla çalışmak gerekiyor. Niye ve neye itiraz ettiklerini öğrenip, anlayıp ona yönelik stratejiler içeren kampanyalar düzenlenmeli. Bu bir kamu görevidir.

Dikkatle incelersek konu komşu, eş dosttan etkilendiklerini, birbirlerini en çok da komplo teorileri ile beslediklerini, doldurduklarını görebiliriz (sözümüz bu fırsattan yararlanarak kitap basıp, malzeme pazarlayıp, çıkar sağlayan küçük bir grubun dışında kalanlara- adlarını verip tanıtımlarına katkı yapmayacağız).

Aşı için sahada misyoner ruhuyla çalışmak zorundayız. Aşı olmak istemeyenlerin neden karşı olduklarınu, çok nesnel dayanakları olmayan, çeşitli komplo iddilarına dayanan, gerçeklere dayanmayan kalıntıların ne olduğunu konuşmak gerekebilir.

Bu anlama çabası esnasında “bilmem kim dedi, kısır olurmuşum” gibi, aşılar ile eskiden beri öne sürülen bir mitle dahi karşılaşabiliriz. Hekim arkadaşlar çocuk felci aşısı yapmak için eskiden köylere gittiklerinde kişilerin aşıyı yaptırmak istemediklerini, çünkü kısır olacaklarını veya soylarının yok edileceğini düşündüklerini anlatılarlardı.

Şu an buna benzer mantıksız ve çağdışı söylemlerin geri döndüğünü sosyal medyadan kaygıyla takip etmekteyiz. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için Selim Badur ve O. Şadi Yenen’in editörlüğünü yaptığı “Pandemi ve COVID-19” kitabını okumanızı öneririz (5).

Çalışılan grubun özelliklerine, yaşa, cinsiyete, mesleğe ve aşı ret nedenine bağlı olarak farklı tanıtım modelleri gerekebilir. Ama ortak ilke herkes için doğru, güvenli bilginin olabildiğince erken sağlanması, bilimsel doğrulardan sapmamak ve aşı yaptırmanın getirdiği yararları ve yaptırmamanın zararlarını vurgulamak olmalıdır.

Küresel işbirliği önemlidir. Her yaştaki kişilerin aşı olması gerekiyor. Ergenlere, genç erişkinlere ve daha ileri yaştakilere hitap edecek tanıtım ve gerekçelendirme modelleri farklı olabilir.

Tüm tanıtımlarda konuşulan gruba saygılı, tepeden bakmayan bir dil kullanmalı. Kullanılan dile, üsluba çok dikkat etmek gerekir ki kapsayıcı bir dil kurmak her zaman kolay değildir.

İkna için…

Alturizm (kişinin kendinden önce başkasını düşünmesi, özgecilik) ya da alturistik ifadeler ikna için en başta anlamlı gelemeyebilir. Kişinin aşının öncelikle kendisine yararlı olacağını ve herhangi bir zarar vermeyeceği anlaması ve buna ikna edilmesi gerekiyor.

Cazip olan nedir? Ne yapmayı özledi? Neyi kaçırıyor?

Ekonomik kayıplar çok ağır ve tüm yaşamlarını etkileyici düzeyde. Ekonomik yönden daha az etkilenler ve etkilenmeyenler için spor, sanat ve kültür etkinliklerinin aksaması da kişilerin ruhsal ve zihinsel sağlığını kötü yönde etkileyebiliyor.

Aşıyı reddenleri farklılıkları olsa da ortak özellikleri var.

1. Aşıyı reddenler dayanak olarak bir bilimsel gerekçe göstermezler. Herhangi bir bilimsel kanıta dayanan gerekçeleri yoktur, savlarını bilimsel anlayışı benimseyen insanları gibi yanlışlamayla süzgeçten geçirmezler. Genelde inançlarına göre ve düşündüklerine göre davranırlar.

Bu tarz batıl inanışlara farklı ülkelerde rastlanmaktadır. Dijital Nefretle Mücalede Merkezi (Center for Countering Digital Hate) tüm dünyada 59 milyon kişinin İngilizce aşı karşıtı platformları sosyal medyadan takip ettiğini belirtiyor.

Aşı karşıtlığı gruplarından önde gelen 147’sinin 2019’dan bu yana yüzde 25 artışla 10,1 milyon takipçi kazandığı, bu artışın öncelikle Instagram ve YouTube’da gerçekleştiği ve her platforma fazladan 4,3 milyon takipçi eklediği belirtiliyor. Dolayısıyla sosyal medyada da aşı karşıtlığıyla etkin bir mücadale yöntemi izlenmesi ve bu platformların aşı tanıtımında etkin kullanılabilmesi çok önemlidir. Aşı karşıtlarının belirsizliği kullanarak komplo teorilerine başvurdukları görülebiliyor. Sosyal media ve bazı ünlüler veya kendi görüşlerini etkin sayanlar de bu teorileri beslemektedir. Burada aşıyı anlatırken en temel dayanağın aşıların koruyuculuğunun bilimsel olarak kanıtlanmış olması, geçmişteki aşılamalar sayesinde pek çok hastalığın yayılmasının engellendiğini çok iyi bilmemiz olmalıdır (6).

2. Söz konusu aşı olunca empati yapma özellikleri de sınırlı kalabiliyor. Empati kısaca karşıdakinin duygularını veya davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve özümsemek olarak tanımlanabilir.

Aşı karşıtlarının bazıları savları için bilime ve bilimsel kanıt olmamasına aldırmasa da aşı yaptırmamalarının empati eksikliğine, açıkça dayanışmaya, işaret ediyor olabileceğini düşünmeye tahammül edemeyebilir.

Bu kişiler aşı olmamakla “Ben aşı olmuyorum ve diğerlerini de önemsemiyorum, senin hasta olman beni ilgilendirmiyor” dediğinin bilincinde mi değil, farkında mı değil, aldırmıyor mu anlamak mümkün olmasa da kişinin diğer kişiyi veya halk sağlığını yeterince önemsemediğini söylemek mümkündür.

Bunu çok sert söylemek, suçlamak kişileri öfkelendirip kendilerini tamamen kapatmalarına sebep olabilir.

Fakat aşıyla ilgili geçmiş tecrübelerden bahsetmek (çiçek, çocuk felci…) ve sabırla anlatmaya çalışmak önemlidir. Korkutarak veya “aşıyı yaptırmazsanız başınıza kötü şeyler gelir” gibi söylemler kullanmak yerine gerçek öyküleri anlatmak, aşı yaptırmayan kişilerin karşılaştığı durumları örnekleriyle anlatmak oldukça ikna edici olabiliyor.

3. Dayanışmanın olmaması/ önemsenmemesi: Hastalıktan korunma ve başkasını koruma imkanı varken durumu inkar etmek ve diğerlerine zarar vermeye aldırmamak acımasız bir tutum olarak ele alınabilir.

Başkalarına zarar vermemeye önem vermek ve bunun için karşılıklı sorumluluk alıp hareket etmek bir tür dayanışmadır. Fakat yeterince empati yapılamaması dayanışmayı imkansız kılar.

4. Hatalı bilgilerin yaygınlığı: En sık karşımıza çıkan gerçekdışı gerekçelerden bazıları “aşı olmanın hastalık geçirmek kadar kişiyi korumayacağı”,  “aşıların içinde civa, alüminyum vb maddeler olduğu ve bunların vücuda girmesinin uygun olmadığı”, “aşıların çok ciddi yan etkileri olduğu”, “aşı olanların beyninin etkileyeceği”, “aşıların ilaç şirketlerinin, kapitalizmin ürünü olduğu”dur.

Aşıların da hastalık geçirmeye benzer bağışıklık yanıtı uyaracağını ama hastalığın risklerinden daha az risk taşıdığını, aşıların içinde bulunan civa, alüminyum gibi maddelerin her gün doğada karşılaştığımız miktardan fazla olmadığını, aşılama ile beyin yapısının değişmediğini, beyni aşı ile kontrol etmenin mümkün olamayacağını, aşıların geliştirilmesinin ve denetlenmesinin DSÖ gibi pek çok uluslarararası sağlık kuruluşu tarafından çok sıkı kontrol edildiğini biliyoruz.

Geçmiş tecrübelerimiz COVID-19 aşıları için de bize yol gösterici olmaktadır. Bazı aşıların zarar vermese de bazılarının verebileceği de söylenmektedir ki bu şekildeki açıklama çabalarının da bilimsel bir dayanağı yoktur.

Her hastalık ve her hastalığın aşısı kendine özgüdür. Aşı için olduğu kadar pandemiyle mücadelede karşılaşılan zorlukları da bilmeliyiz.  Yani ne kadar ölüm, ne kadar hasta olduğu, nasıl korunulduğu ya da korunulamadığı, hasarın ne kadar olduğunu bilmek ve şeffaf bir şekilde bu bilgileri paylaşmak gerekiyor.

Bunları takip etmek bizim sorumluluğumuzsa şeffaf bir şekilde aktarmak da yetkililerin sorumluluğudur.

Salgınla mücadelede en başarılı ülkelerin, vaka sayılarını şeffaf bir şekilde aktardığını, etkili bir denetim sistemi kurduklarını görmekteyiz.

Türkiye’de yakın döneme kadar “hasta mı vaka mı tartışması”nın sürdüğüne şahit olduk. İkisinin farklı olmadığını söyleyenler dahil hepimiz biliyoruz. Hatalı ve eksik bilgi güvensizlik doğurur.

Gereksiz olabilecek bu tarz detayları tartışmak toplumun kafasını karıştırıyor. Vaka demek hasta demektir. Böyle bir ayrıma gitmek aşı karşıtlarının da işine gelir; çünkü bilgiler güvenilir değildir ve manipülasyona açıktır.

Doğru bilgi özellikle tereddütlü gruba güven verecektir.

Yine aşının milleti olmadığını, bilimsel ölçütlerin evrensel olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak önemlidir. Alman malı, Japon malı, Amerikan malı, Çin malı vb şekilde isimlendirmek ve sınıflandırmak aşının etkinliğiyle ve güvenilirliğiyle ilgili bilimsel tartışmaları bulandırıyor.

Yersiz bilgi yığını kafayı karıştırır, önemli olanı ayıklamayı zorlaştırır.  Her aşının güvenirlik ve etkililik derecesi yüzde 90 olmayabilir ve bunun felaketmiş gibi gösterilmesi yine aşı ile ilgili kafa karışıklığına sebep olabilir.

Fakat yüzde 50- 70’in üzerindeki aşı etkinliği, aşısız olmanın yanında müthiş bir avantaj sağlayacaktır ve bunun vurgulanması gerekir.

Ülkemizde uygulanmaya başlayan aşının “Çin malı” olarak anılması ve etkinliğinin “Alman aşısı”na göre düşük olduğuna vurgu yapılması COVID-19 salgınının başından beri Çin’e yönelik önyargı ve ırkçı söylemlerle birleşince ikilem yaratıyor.

Aşının Türkiye’ye geldikten sonra 15 gün değerlendirmelere tabi tutulup sonra uygulanacağının açıklanması dahi güvenü sarsan tartışmalara sebep oldu. İlaçların ve gıdaların kontrol edilmesi son derece doğru bir uygulamadır. Örneğin bir ülkeye domates ihraç edildiğinde de kontroldan geçiriliyor, aşı kontrol edilmez mi? Zaman zaman o domateste sorun var diyorlar, geri yollanıyor.

Şimdi bize de aşı diye gelen malzemenin gerçekten aşı olup olmadığının, hasar durumunun değerlendirilmesi gerekir. Bu çok basit, bütün ilaçlarda yapılan uygulama dahi tane tane, düzgün bir şekilde kamuya açıklanmalıdır.

5. COVID-19 pandemi travması ve ruhsal durum: Pandemi boyunca aile bireylerinin iyiliğinden endişe etme, sosyal destek sistemlerine erişememe, artan yalnızlık, iyi beslenme ve dinlenme gibi kişisel ihtiyaçları karşılamada güçlük, artan işsizlik gibi sebeplerle kaygı düzeyinde artış, tükenmişlik, yorgunluk, uykusuzluk, isteksizlik, dikkat dağınıklığı, çaresizlik, yaşamdan keyif alamama, özsaygının azalması başta olmak üzere pek çok ruhsal belirtinin arttığını görmekteyiz.

Sevilen kişilerden ayrı kalmak, bağımsızlığını yitirmek, kontrolü yitiriyormuş gibi hissetmek, belirsizlik, can sıkıntısı kişiler için bunaltıcı olabilmektedir.

COVID-19 salgını, hastane yatışlarına ve hatta ölüme yol açabileceğinden tehdit edici ve potansiyel olarak travmatik bir olaydır. Özellikle uzun süren karantinalarda kişiler uyum sağlayabilmek adına durumu risk olarak değerlendirmeyebilirler.

Stresli yaşam olayları veya travmatik deneyimlerden sonra kişiler bazen kaygılarıyla baş etmek için durumu ciddiye almama, inkar etme veya yok sayma eğilimi sergileyebilmektedirler. Herhangi bir şey düşünemeyebilir, dikkatlerini toparlamakta ve karar vermekte zorluk yaşayabilirler. Durumu kavramakta güçlük çekebilirler.

Bu ihtimalleri de göz önüne alarak durumu ve riskleri yalın biçimde, tekrar tekrar anlatmak gerekebileceğini unutmamalıyız. Bir diğer problem travma kaygı yarattığı için kaçınma ortaya çıkabilir. Kaygıyı görmezden gelmeyi sağlaması için inkâr ortaya çıkabilir. Bana bulaşmaz çünkü benim ailemin şu özelliği var, genlerimiz böyle, ben yaklaşırsam şu mesafeden bulaşır ben bunu biliyorum gibi inkar etme yollarına başvurabilirler.

Bunlar inkar, yok sayma dolayısıyla birer kaçınmadır, kaygıyı azaltma yoludur. Fakat belli bir noktadan sonra kişiyi korumaktan ziyade zarar verici olmaktadır. Tüm bu hususlarda kişileri bilgilendirmek, net ve sakin durarak durumunu anlatmak gerekmektedir.

Son söz

Salgınla ve aşılarla ilgili tartışılan çok fazla değişken ve büyük bir bilgi kirliliği vardır. Aşıların etkili olmadığına veya zararlı olduğuna ilişkin söylemlerin kanıtlanmış, bilimsel bir dayanağı yoktur.

Bize düşen ise çevremizdekilerin aşı olmaması için değil, tam tersine herkesin ücretsiz, eşit bir şekilde aşıya erişebilmesi için mücadele etmektir. Bu konuda kılavuzumuz da güvenilir, bilimsel kaynaklar ve organizasyonlar olmalıdır.

İçinde bulunduğumuz dönemi toplum olarak en az hasarla atlatabilmek için bilimsel bilgiden sapmamak, kaygı ve umutsuzluk yerine dayanışmayı, umudu ve cesareti yaymak gerekir.

Dayanışmayı bulaştıralım, aşı olalım! Aşının koruyucu olmasını sağlamak ancak hep birlikte mümkün! (ŞY/EC/APA/NÖ)

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın