Kültür Sanat, Sosyal Hizmetler

Güneşi ve Yıldızları Tutabilenler

Güneşi ve Yıldızları Tutabilenler

Güneşi ve Yıldızları Tutabilenler

Caner, kendini bildi bileli her sabah- akşam aynanın karşısında Nurcan‘ın öğrettiği  “Kendimi seviyorum / Kendimi onaylıyorum / Kendimi rahat bırakıyorum / Ben iyiliğe layığım / Emin ellerdeyim / Ben değerliyim” duasını yüksek sesle okurdu.

Caner kim mi? O hayata eksik başlayan, annesi tarafından üç aylıkken terk edilince, kendisi gibi korunmaya ve kollanmaya gereksinimi olan çocukların yerleştirildiği yuvada büyüyen ve şimdi on sekiz yaşında olan bir delikanlı.

Nurcan da çocuk gelişimi ve eğitimcisi olarak çalıştığı kreşten Caner’in kaldığı yuvaya sürgün edilen, on beş yıldır Caner ve arkadaşlarına hayatı öğreten bir kadın / anne / abla / arkadaş / öğretmen.

Yuvada 3 yaş grubuna görevlendirildiği ilk gün halının üzerinde oturan yirmi kadar çocuğun bir müziğe eşlik edermişçesine başlarını ritmik olarak sallamalarının nedenini hizmetli personel “Sevgi yoksunluğu yüzünden böyle sağa sola sallanırlar. Yuva hastalığı yani. Sizin başınızın dönmesi de ‘yetimhane sendromu’ndan. Alışınca geçer” diye açıklamıştı. Oysa Nurcan, yuvada çalışanların alıştığı birçok şeye alışmayıp, alışkanlıkları değiştirme yolunu seçecekti.

Nurcan, kocaman pijamasının içinde elleri ayakları görünmeyen, esintiyle hafifçe sağa sola dönen güleç gözlü Caner’i kucaklayıp göğsüne bastırdığında fark etmişti; sadece serçe ve baş parmağı olduğunu, el ayalarının olmadığını, bacaklarının da dizden aşağısının bulunmadığını.

Onun bahçede ellerine giydiği ayakkabıyla  arkadaşlarının arasında emekleyerek eliyle topa vurarak futbol oynamasına karışmadı hiç. Parçalanan dizlerini pansuman yaptırırken “Ya beni oynatmazlarsa” diye çıtını çıkarmayan, ancak bir maç sonrası öğretmeninin kucağında revire giderken kendini tutamayarak ağlayan Caner’in gözyaşları, Nurcan’ınkilere karışınca… Bağlanıverdiler  birbirine.

Caner’in diz kapaklarının altındaki et uzantılarının kesilmesi ve protez takılması için bir dizi ameliyat yapılmasını görüşen Ortopedi Bölümü Heyeti’nin Başkanı “Doğumunuz nasıl oldu?” diye sorunca, “Ben onun annesi değil, yuvadaki öğretmeniyim” dedi.  Doktor da “Sen onun özel öğretmeniysen, ben de onun özel doktoruyum.” dedi. Şans işte…

“Allah aşkına beni bırakma”

Çayın ve hayatın şekerle tatlandığına inanan Nurcan grubundaki çocuklara çay şekerinin bile ne olduğunu öğretince, çocukları da ona  göz içiyle konuşmayı öğretti.

Hastane dışında gittiği ilk yer, Nurcan’ın evi oldu. Caner, o gece kendisiyle bir nebze boy eşitliği sağlayabilmek dizinin üstünde oturarak oynayan öğretmeninin ağabeyini de çok sevdi. Sonraları daha çok evde, daha az yuvada kalır oldu. Gündüz kreşe gider gibi yuvaya gitti, akşamları evlerine döndü. Onlar alışılmışın dışında bir aile oldu böylece.

Denize ilk gireceğinde her şeyi yapabileceğine inandığı öğretmeninden suyu biraz boşaltmasını isteyen Caner, sudayken “Allah aşkına beni bırakma” diye bağırıyordu; Nurcan’ın onu asla bırakmayacağından habersiz.

Yuvada öğretmeni, evde “Nurcan’ı olduğu Caner”e herkesle birlikte yaşamayı öğrenmesi, hayata karışması için önce kendi çevresine dahil etti onu. İnsanların saçma sapan sözleri, tuhaf bakışları onları yıldırmadı. Ortopedistler ve fizyoterapistler “Caner yürüyecek. Acele yok!” dese de, ameliyatların bir an önce  bitmesini istiyordu.

“Bak, benim de ayağım var, sev onu”

Ameliyathaneden “Elimi tut, Nurcan” diye ağlayarak çıkan Caner, ertesi gün örtünün altından protez ayağını fark edip, çığlıklar attığında, gelen gidene “Bak, benim de ayağım var. Sev onu.” dediğinde, tek ayağının üzerinde durabildiği gün doktor abisine “Senin gibi oldum. Hadi zıplatarak yürüt beni” dediğinde, “Pansuman yapılırken acıyor ama; ağlarsam öbür ayağımı yapmazlar diye ağlamıyorum” dediğinde gözyaşlarını içine akıttı öğretmen Nurcan.

İkinci ameliyatı sırasında hastane odasındaki kızın “Anne” diye seslenmesine anlam veremeyince “Annesi kızın nesi oluyor?” sordu. Aldığı yanıt “Benim niçin annem yok?”, ” Ben niçin kimseye anne demiyorum?” sorularını getirdi.

“Acele yok”

Fizyoterapistlerin “yürümesi  bir yıl sürer” dediği Caner’in ameliyatının 17. gününde yürümesi “sevginin mucizesi” olarak nitelendi. “Sadece musluktan su içmek, Nurcan’a ve ağabeyine kapı açmak için bile o acıları çekmeğe değerdi” diyecekti yıllar sonra.

Hayat şiarları “acele yok” olsa da, Caner’in  yürümeden koşmayı öğrenmesinde kırmızı Süpermen pelerininin ve düğmelerini  açarak  iki yanını rüzgarda kanat gibi kullandığı yeleğinin katkısı büyüktü.

Ayakkabı mağazasındaki tezgahtarın ayakları protezli çocuğa “Ayacıkların hemen büyür. Bir numara büyüğünü alalım” denmesini anlayamadığı gibi, yuva çalışanları da Nurcan’ın engelli bir çocukla bu denli ilgilenmesini anlayamıyordu. Caner’i doğurarak, cami kapısına bıraktığı dedikodusunu duyduğunda isyan etti, oğluşunun anneli–babalı soruları karşısında da çaresiz kaldı, “Bir gün bana çok benzeyen bir çocukla, kardeşimle karşılaşacağım ve onunla birlikte  annemi bulacağım” diye tehdit edildiğinde şaşakaldı.

Otobüste, dolmuşta katlanmayan proteziyle oturmakta zorlanan, çevresindeki meraklılarla “Yemek yerken farkında olmadan ellerimi yemişim” diyerek dalga geçen Caner, ayaklarıyla ilk kez denize girdiğinde “Hey deniz: bak bu kez sana ayaklarımla geldim” diye bağıracaktı.

En yüksek merdivenler…

Caner’e koruyucu aile olma fikrini açtığı ağabeyinden “Koşullarımız, yapamayacağımız şeyler için söz vermemize engel. Evimize alacağımız bir çocuğa ‘senin için güneşi tutacağız’ diyemeyiz. Bizden güneşi isterse bulabildiğimiz en uzun merdivene çıkabiliriz sadece” yanıtını alınca Nurcan kendisinin evlenip anne olabileceğini, ona  engelli diye kimsenin koruyucu aile olmayacağını düşündü. Ve karar verdi: Güneşi tutamasa bile, en yüksek merdivenleri bulacak, gönlünün çektiği kadar değil, gücünün yettiği kadar koruyuculuk  yapacaktı.

Nurcan ve Caner hep mücadele etti. Üçüncü sınıfta en üst kattaki sınıftan teneffüslerde bahçeye çıkması mümkün olmadığı için sınıfı giriş katına almayan müdürle, beden eğitimi dersinde eşli oyunlarda onun protez elini tutmamak için eşleşmek istemeyen arkadaşlarıyla, acıma dolu bakışlarla, anlamsız sorularla, bürokratik çengellerle, mevzuatla, engelli kafalarla mücadele ettiler ve hep kazandılar.

Güneşe çevrilen yüzler

Psikolog desteğiyle hastane bahçesine terk edildiğini öğrenen ve tesadüfen o hastaneye gittiklerinde, huzursuzlanıp, kazağının kollarını çekiştiren Caner “Annem beni buraya bırakmış ya… Beni tanıyan biri çıkıp da beni senden ayırır diye korkuyorum” dediğinde Nurcan güneşe çevirdi yüzünü. O “Çocuğunu okuldan almaya gelen babaları gördüğümde seviniyorum” dediğinin ertesi günü okuldan alınmaya geldiğinde arkadaşları “Aaaa, baban gelmiş” dediğinde de ağabey çevirdi güneşe yüzünü.

Kartopu oynadığında ıslanan çoraplarını değiştirmesi önerildiğinde, değiştirecek kadar ayaklarını benimseyen Caner büyüdükçe, protezleri de büyüyüp, modernleşiyordu. Otobüslerde ona “Çek şu ayaklarını” dedirtmeyecek olan eklemli protezlerini çok  sevdi.

Deniz ve futbol tutkusu olan Caner’i engelliler için özel zaman ayıran havuza yazdıran öğretmeni, onun tüm yüzme tekniklerinde başarılı olacağını bilemezdi. Onu Çankırı’daki kampa çağıran antrenörü de “tahta bacak”, “iki parmak” diye dalga geçilen Caner’in olimpiyatlara kadar sürecek yüzme serüvenini başlattığından habersizdi.

14 yaş altındaki 10 sporcu arasında yer alan ödül töreninde Caner “Benim gibi engelli birini de bu ödüle layık gördüğünüz için teşekkür ederim” diye konuşurken, onun evde protezsiz haliyle çocuksu, dışarıda gelişmiş kol – bacak kasları ve protezli haliyle  delikanlı bir havası olduğunu düşünüyordu Nurcan.

Özel öğretmen/antrenör/psikoloğu olduğunu öğrenen bir milli yüzücünün kendisini çok zengin sanmasına gülmüş, trafik kazasında ayakları kopan çocuğu gördüğü gece, tanrısına “Bana üzerinde duracak iki ayak verdiği için ve bu ayaklar protez olduğu için teşekkür ederim” diye dua eden Caner; şimdi Spor Akademisi’nde okuyor.

Gürcan ve ağabeyi onun için güneşi tutmuştu ya… O da şimdi aşık olduğu Selin için yıldızları tutmaya çalışıyor. (ŞD/TK)

* Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı.

** Leyla Küçükahmet‘in “Güneşi Tutabiliriz” adlı kitabından derlenen bu yazıdaki öğretmenle birlikte ben de o yuvaya isteğim dışında gönderildiğimde tanıdığım Caner’i uzun  aralıklarla görüyor, ancak başarılarını yakından izliyorum.

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

Bir cevap yazın