Hayata Dair

Canım Ben!

Canım Ben!

Yıllardır görüşmeyen, yaşları 45 (+) dört arkadaş, İnci sayesinde bir araya gelince… Önce, “şapkalar” sayılınca hayatımızı nasıl denetlemeye çalıştığımız ortaya çıktı. Sonra, yorgunluklar, mecburiyetler, sorulamayan sorular ve her yıl dörtlü zirve…

Uzun yıllardır görüşmediğimiz İnci, Ankara’ya gelince, kırkbeş(+) yaştaki dört arkadaş bir kafede, gayri resmi olarak saptanmış bir gündemle toplandık.

İlk madde son yirmi beş yılım kısa özetiydi. Verdik. İkinci madde: hayat, el’an yaş dönemi yenilikleri, pre/post emeklilik dönemi sorunları, geçirilmiş hastalık öyküleriydi. Görüşülüp, tartışıldı.

Üçüncü madde: karşılaştırmalı değerler. Kemik dansitemiz, iyisi-kötüsüyle kolesterolümüz, simir ve mamografi sonuçları, alınan kilolar, diyet listelerimiz karşılaştırıldı.

Şapkalarla aynada

‘Arza maruz’ başlıklı dördüncü maddenin konusu, Nazan’ın “Kızlar, yıllar önce biz bambaşka konular konuşurduk. Oysa şimdi…” demesiyle saptanmış oldu: Hayatla olan -bireysel/dönemsel- ilişkilerimizdeki değişimler.

Söz alan Mine: “İki yüksek lisanslı oğlum, işsiz. O bunalımda. Ben de hayata karşı ‘kabız’laştım. Artık, kayısı yemeği bile bıraktım.” deyiverince, elimizden kaçıp giden, yetişemediğimiz/denetleyemediğimiz ancak hızla tükettiğimiz hayatı konuşmaya başladık.

Önce herkes en sık kullandığı şapkaları kafasına takarak kendine ayna tuttu. Dinleyenler de, aynaya akseden pozlardan kendince önemli bulduklarının fotoğrafını çekti.

Haritasızlık

İlk turun sonucunda; her birimizin farklı yol ve yöntemler kullanarak ev-iş- geçmiş/mevcut/olası tüm ilişkilerimizde bir evrim geçirdiğimiz ortaya çıktı.

Çoğunlukla elimizde bir harita bulunmaksızın el-göz yordamıyla hayatın içinde, hayata rağmen hayatı(mızı) tümüyle denetlemeye yönelik çaba harcamış olmak ortak yönümüzdü.

İkinci turda süre aşımı yetkisini tanıdığımız İnci’nin söyledikleri derli topluydu ve sanki her birimizin -bir şekilde- parça parça yaptığının da toplamı gibiydi.

İş bu İnci’nin söyledikleri

“Yorgan altı depresyonu yaşadığım günler… Yataktayım. Salep fincanım elimde… Tarçın kaşığıyla oynaşıp, kendimle konuşuyordum.

“Sana, senden başka kimseden hayır yok kızım!” dedim.

“Bugüne dek kendi kaderini tayin etme hakkını devre-mülk birilerine tepe tepe kullandırdın. Kendine ayırdığın devreyi bile değerlendirmeden üstelik. Artık yeter!” Mülkünü sahiplen! Zaman geçiyor!” dedim ve…

Aldım elime kalemi, defteri.

Kocaman harflerle “canım ben” yazdım, önce.

Amacım: kendimi tanımlamak…

26 adet şapka

Öncelikle günlük yaşam içinde taktığım şapkaları listeledim: Apartman sakini, şoför, çocuk-anne-ara yönetici-müşteri… 26 adet şapka sayabildim. Bazıları eskimiş olmalı!

Zayıflıklarımı, ‘eksi’lerimi sıraladığım listeye; kızıma hayır sözcüğünü esirgemem, bitter çikolata- su böreği- patlıcan dolması oburluğum, aşırı tuz tüketimim, baykuşlu objelere döktüğüm servet, her dem nöbetçi sorumlu olmam, lüzumsuz işleri yükleniciliğim, içkiye dayanıklılığım, mülkiyet-sevmezliğim dahil kırka yakın madde yazarken, kendime sinirlenmeyi ve gülmeyi ihmal etmedim.

Artılarımı yazarken, insanın kendini tanımlamasının kolay olmadığını anladım.

Sağlık istikrarımı koruyuşum, kızım, kendi yağımla kavrulmam, başımı sokacak evimin olması, yeni yıl hediyelerimi el emeğimle hazırlamak, annemin iyileşmesi, ıslak keklerim, çiçeklerime (kendime mi?) her akşam müzik dinletişim, etamin işlemelerimi de yazdığım listede tuhaf olan ‘eksi’ hanesinde yazdıklarımın bazılarının bulunmasıydı. Kötü gün dostluğum gibi.

Beni yoran ne çok şey varmış

Kocaman soru işaretleriyle çerçevelendirdiğim “yorgunum” bölümü beni yordu.

Kızıma her gün sandviç hazırlamak, anneme her gün aynı saatte uğramak, yoğurt mayalamak, gazete okumak, televizyondaki şiddet, trafik, herkesin derdine ‘Cafer’ olmam… Üfff, meğer beni yoran ne çok şey varmış.

İspanyolca çalışmamak, Fulbright burs sınavını kaçırmak, müdahil anneliğim, ‘hayır’ sözcüğünü ‘evet’e tercih etmek, kendime hoyrat davranmak, burun ameliyatını ertelemek vb. ise kendime kızdığım konular oldu.

Kendimi sevme nedenlerimi yazarken kağıtta papatyalar açtı. Meğer ben ne güzel bir insanmışım…

Soramadıklarım

Kendime sormaktan kaçtığım tüm sorular o gün vizyona girdi.

Cenazeme kimler katılmalı? Emekli ikramiyemi nasıl değerlendirmeliyim? Ağabeyimle neden yüzleşemiyorum? Yaşamımı hangi sınırlılıklarımla daraltıyorum?

Pazartesi başladığım diyet, niye salı günü bitiyor? İş yerimdeki sacayağı ilişkiler, origami kursuna gitmeyişim, emeklilik korkum, bu aralar kitap okuyamayışım, geceleri evden çıkmaya üşenmem, rutine iş yaşamıma ilişkin neden-niçin-niye diye sordum ‘canım’ladığım kendime.

‘Keşke’lerimi de yazdım.

Listeleme bittiğinde ben de bitmiştim zaten.

Kendime talimatlar

Yazdığım her şey tek tek analiz edilebilirdi…

Ben kestirmeden gittim.

Sonra kendime ‘ben’ imzalı bir görevlendirme çıkardım.

Hemen şimdi-bugün-yarın-haftaya-bu ay-üç ay sonra-bu yıl için talimatlar verdim kendime.

Talimatlara uyma konusunda kararlıydım.

Uyguladım.

Artık…

Yeni ‘in’ler ve yeni ‘out’lar

Sabahları iş yerime yürüyorum. Pilates yapıyorum. Yeterli sıvı alıyorum. Doğru nefes almayı öğrendim. Sigarayı bıraktım. Doğal besleniyorum. Altı kilo verdim. Uzun saç, siyah-beyaz-gri giysiler, stres ‘out’, sudoku, renkli giysi, bitki çayları ‘in’.

İspanyolcam gelişiyor. İngilizce çocuk öyküleri çeviriyorum. Cildim için hazırladığım doğal maskeler ruhuma iyi geliyor. Güne, ılık suyla seyrelttiğim bir kaşık elma sirkesiyle başlıyorum.

Evdeki fazlalık eşyaları attım. İşyerimde de masamın üstünü ve çevresini boşalttım. Küçük teneffüsler veriyorum kendime. Hafta sonu turlara katılıyorum. Bilgisayar ve cep telefonuyla samimiyetimi azalttım. Beş yıllık kalkınma planım var. Eve yardımcı alıyorum.

Mecburiyetler azaldı

Mecburiyetlerimi azalttım. İlişkilerimi arada bir sorguluyorum. Kendimle çok iyi arkadaşım. Öncelik- sonralıklarımı belli dönemlerde gözden geçiriyorum.

Yük ötesi sosyal görev zararına dönüşen ilişkileri bitiriyorum. Gereksiz işleri öteliyorum. Telaşe memurluğundan istifa ettim. Dert taşeronluğunda seçici davranıyorum.

Her şeyi başar(a)madığından destek isteyen biri olmam çevremdekileri şaşırtıyor. Yaşamımda evet-hayır dengesi kurdum. Endişelerimi azalttım. ‘Geçmiş, geçmiş işte. Önüne bak!’ diyorum kendime.

Tercihli alanlarımda susuyorum, bekliyorum. Günlük yapılacak işler listemdeki madde sayısı azaldı. Kendimi sıkça kutluyor, ödüllendiriyorum. Bir işi ben yapmazsam, yapan oluyormuş meğer bunu öğrendim.

Ve, bendeki bu değişimlerden mutlu / mutsuz olan insanların ayrımına vardım.

Beynim sıkça tatile gönderiliyor

Ve en önemlisi, beynimi sıkça tatile gönderiyorum.

Ve, çocuk yuvasındaki beş yaşındaki İhsan’a gönüllü annelik yapmak ikimize de iyi geldi.

Ve, kendimi çok enerjik, hafiflemiş hissediyorum.

Ve ‘canım ben’ i çok seviyorum.”

Yılda bir dörtlü zirve

İnci konuşurken arada Nazan, Mine ve ben lafa karıştığımızdan kakafoni oluşuyordu.

Okulda da çok iyi not tutan Nazan, bugün de peçeteleri değerlendirdiğinden garson masaya sıkça lojistik destek verdi.

Beraberliğimizin sonunda, hepimiz bir şekilde yaptığımız ‘canım ben’muhabbetini arttırarak sürdürmeye ve yılda bir kez dörtlü zirve yapmağa karar verdik.

Masadan kalkarken hesap üstünü getiren garsonun: “Bana verdiğiniz hayat dersi için teşekkür ederim,” demesine ise, hiç şaşırmadık. (ŞD/BA)

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

İlgili Mesajlar

Bir cevap yazın