Rengahenk Yaşlılar

Menşure Hanım: Ebruli Renkli Bir Kadın

Menşure Hanım: Ebruli Renkli Bir Kadın

Çantasında çocukça yiyecekler taşır, çevresindekilere sıkça ikram ederdi. Günlük tuttuğunu söyler, arada bir getirip bana Saatli Maarif Takvimi yaprakları okurdu. Kendine yardım etmek adına her çareye baş vuruyordu. Düşünülmek… ilgilenilmek…

  Yüzünü görmeden, namını duyduğum “Meşhur Hanım” lakaplı Menşure Hanım, aykırı ve ebruli bir kadındı.

İlk görev günümde canhıraş çığlıklarımla korkuttuğum zifiri kara obez kedilerin, mahalledeki tüm hayvanatın annesi Menşure Hanım, tükenmeyen yakınmaların kaynağıydı.

İstanbul Adliyesi’nden emekli olmuştu. Dokuz metrekarelik odasında küçük-büyük elektrikli ev aletleri tam tekmildi. Alışveriş, dışarısıyla bağ kurmasının aracıydı. Aldığı şeyleri sonra geri götürür yada birilerine verirdi.

Evimin telefonunu vermediği insan yada kurum bırakmamıştı. Çift termometre kullanır, yasal sınırlara uygunsuz sıcak-soğukluğu hiç affetmezdi.

Her türlü merciye her türlü nedenle -domatesli makarnaya konulan maydanoz için bile- şikayet edilmeye alıştım. Siyah döpiyesini ve topuklu ayakkabılarını giydiğinde Meclis yada Başbakanlık’a şikayet edileceğimizi bilirdik.

Kedilere ilişkin verdiğimiz cephe savaşlarının değişmez mağlubu hep bizdik. Kapısının önünde ciğer-jambon-salam-ton balığı menülü kedi restoranı açmıştı. Koridordaki dinlenme birimindeki koltuklarda siesta yapanlar yaşlılar değil, Menşure Hanımın çocuklarıydı.

Değişik aralıklarla tehcire tabii tuttuğumuz kedilerine bahçede -yapacağımız özel villada- bakmasına ikna edemedik onu hiç.

Bir yeni yıl gecesi geç vakit, elinde süslenmiş plastik çam ağacıyla dışarıdan geldi. Yakamdaki mavi boncuğu “Bunu da tak, istersen!” diyerek uzattığımda onaylanmak hoşuna gitti. Şımarmamam için flört süresini kısaltarak “Kedilerin yılbaşı yemeğini hazırlamalıyım!” dediğini unutamam.

Sıcak su varken, banyo yapmayıp, kıyamet koparmayı yeğlerdi. Aklına estiğinde dalgalı gümüş kırçıllı saçlarını floresan sarısıyla boyardı. Saç boyasının formülünü almayı başaramadım.

Kattaki yaşlıların kendini sevmediğini bilirdi. Uzlaşmaz çelişkisi olan insanlarla rüyasında bile uğraşır, kendinden daha büyük yaştakilere, bilinci bulanık olanlara elinden gelen desteğini esirgemezdi.

Sürprizlerin kadınına, her şey mubahtı. Psikolog arkadaşımız için gazeteye kayıp ilanı verdiğini, karakola ihbarda bulunduğunu kuruluşa polis gelince öğrenmiştik, kayıp(!) kişiyle birlikte.

Geceleri uyu(ya)madığından, sabahları da afyonu geç patlardı. Odasında meditasyon yaptığını bilirdik.

Konserve sardalye balık, vazgeçilmeziydi. Merakımdan “Neden?” diye sorduğumda, yanıtlamamıştı. B12 vitamin eksikliğinin zihinsel bozukluklara, depresyona, iyileşmesi mümkün olmayan sinir tahribatlarına neden olduğunu, sardalyenin de B12 kaynağı olduğunu sonraları öğrendim.

Konuşması mantıklı düşünce dizisi izlemezdi. Fikirleri karışık, -çoğu kez- anlamsızdı. Dört mevsimi aynı zaman diliminde yaşar, görüntüsüyle insanları şaşırtırdı.

Çantasında çocukça yiyecekler taşır, çevresindekilere sıkça ikram ederdi. Günlük tuttuğunu söyler, arada bir getirip bana Saatli Maarif Takvimi yaprakları okurdu.

Ziyaretçisi yoktu. İstanbul’daki arkadaşından mektup beklerdi. Arkadaşını huzurevine girmesi için ikna etmemi isteyince, kırmadım onu. Yazdığı mektuba “İsterseniz, huzurevi işleyişine ilişkin olarak bilgilendirebilirim sizi!” notu düşünce “Aşkınla zerre zerre öldürüyorsun beni!” demişti.

“Bu lafını bir gün silah olarak kullanabilirim!” dememe de gülmüştü. İkimizde biliyorduk ertesi gün bir yerlere şikayet edileceğimi.

Huzurevinde mutsuz muydu, bilemiyorum… Sohbet edebildiğimiz nadir zamanlardan birinde “Keşke, yurt dışındakiler gibi, gereksinim duyulduğunda sosyal servis görevlilerinden yardım alınabilen hastanelere bağlı destekli evler açılsa Türkiye’de!” demişti.

Gerçek ve hayal ile saklambaç oynadığının… ikisinin arasındaki zar gibi perdeyi arada bir oynattığının… düşüncelerinin diğer kişilerinkinden farklı olduğunun… düşünce bozukluklarının… halisünasyonlarının… konsantre olamadığının… sürekli biri(leri) tarafından kontrol edildiğini sandığının… bilincindeydi bence, ama…

Ajanınca izlenmeyi zorlaştırmak için olmalı: Ya sessizce otururdu, yada sürekli hareket ederdi.

Duyduğu sesler için “tanıdık, dostça, yapıcı, beni ileriye götürecek bir ses değil; hain, yıkıcı, aşağılayıcı!” derdi.

“Ben duymuyor olsam da, o sesi senin duyduğuna inanıyorum. Boş ver!” dediğimde yanıt: “Nasıl boş verebilirim?”olmuştu.

Onda bu denli kızgınlık, korku, hüsran, suçluluk yaratan, hayatını değiştiren olay(lar)ı; hikayesinin giriş-gelişme bölümü bilmiyorduk… Hikayesinin sonuca giden bölümünden okumaya başlamıştık Menşure Hanımı.

Kendine yardım etmek adına her çareye baş vuruyordu. Düşünülmek… ilgilenilmek… yalnız olmadığını hissetmek… duygularını yansıtmak… nadiren içini yıkamak… ona iyi geliyordu: biliyorduk.

Varsın, onun cevabi ifade tarzı kendine özgü olsun.

Sonra….

Menşure Hanım’la ayrı düştük.

O, dışarıda üstelik desteksiz bir evde yaşam sürdürmeyi tercih etti. Dinlemedi beni.

Korumasız kalınca, içindeki ses daha da hoyratlaşmış olmalı.

Katlanamadığından olsa gerek, gereğini yapmış…(ŞD/EÜ)

Not: Bu Yazı bianet.org Sitesinde Yayınlanmaktadır.

Listeye geri dön

İlgili Mesajlar

Bir cevap yazın